Beş yaşında bir kız çocuğunun karşısındaki babası da olsa, telefonda böyle çekingen ve kararsız bir sesle konuşması normaldi. Bir baba ise küçük kızıyla konuşurken aynı duruma düşmemeliydi. Ben düştüm.
Aslı, telefonu beresinin altından sokup kulağına dayayarak bizden uzaklaştı. Birkaç adım ötemizde, bizimle aynı hizada yürümeye devam ediyordu. Gözlerimi ondan ayırmıyordum. Caddenin bu kalabalığında birkaç adım uzaklaşmak bile birbirimizi kaybetmemize neden olabilirdi. Aslında, sadece onu seyretmekti niyetim. Arkadaşlarla birlikteyken ya da ikimiz yalnızken bu kadar rahat bir şekilde, uzun süre gözümü ayırmadan ona bakamıyordum. Şimdi çok gerçekçi olmasa da bir sebebim vardı ondan gözlerimi ayırmamak için. Gözlerimi ondan ayırırsam, bu kalabalıkta kaybedebilirdik onu. Oysa, İstiklal Caddesi’nin o kalabalığında ben ondan başka kimseyi görmüyordum ki. Beresinin iki yanından çıkarak yüzünü çevreleyen ve çenesine doğru kıvrılan siyah saçları, dünyayı görüş açımın sınırlarını oluşturuyordu.