Saldırganlıkla ilgili olan dördüncü tutumlar grubuyla; kendini ortaya koymaya ilişkin tutumların tersine, birisine karşı olmayı, saldırmayı, küçümsemeyi, başkalarının haklarına el uzatmayı ya da herhangi bir düşmanca davranış biçimini söz konusu ediyorum. Bu türden rahatsızlıklar kendilerini bütünüyle iki farklı yoldan belli ederler. Bunlardan birisi saldırgan, buyurgan, aşırı kusursuzcu olmaya, patronluk taslamaya, aldatmaya ya da hata bulmaya yönelik bir yatkınlıktır. Bu tutumlara sahip olan insanlar ara sıra saldırgan olduklarının farkında olurlar; çoğu zaman bunun bir parça bile farkında değillerdir ve öznel olarak, sadece dürüst olduklarına ya da sadece bir görüşü dile getirdiklerine veya hatta isteklerinde alçakgönüllü olduklarına inanırlar,
oysa gerçekte saldırgan ve emrivakidirler. Ne var ki diğer nevrozlarda bu rahatsızlıklar kendilerini karşıt yoldan belli ederler. Yüzeyde, aldatıldıklarına, baskı aktına alındıklarına, azarlandıkkarına, zorlandıklarına ya da küçük düşürüldüklerine kolayca inanma tutumu gözlenir: Bu insanlar da çoğu kez bunun sadece kendi tutumları olduğunun farkında değillerdir ve üzülerek bütün dünyanın kendilerine düşman olduğuna, kendilerini zorladıklarına inanırlar.
Aldous Huxley'in az önce bahsettiğim romanındaki bir diğer karakter, Tanrının varlığını bir gramofonda Beethoven'in yaylı sazlar dörtlüsü No 15 A minör'ünü ("heiliger Dankgesang") çalarak ispatlamıştı. Kulağa inandırıcı gelmese de popüler bir kanıt dizisini temsil ediyor. Aşağı yukarı şöyle olan haşin saldırıları saymayı artık bıraktım: “O halde Shakespeare'i nasıl açıklıyorsun?” (Zevkinize göre Schubert, Michelangelo ve başka isimleri koyabilirsiniz.) Bu sav size o kadar tanıdık gelecektir ki daha fazla belgelememe gerek yok. Fakat arkasındaki mantık hiçbir zaman ayrıntılı olarak açıklanmadı ve üzerinde ne kadar düşünürseniz o kadar anlamsız geleceğini fark edersiniz. Elbette Beethoven'in son zamanlarındaki dörtlükleri muhteşemdir. Shakespeare'in soneleri de öyle. Tanrı ister orada olsun ister olmasın, yine de muhteşemdirler. Tanrının varlığını kanıtlamazlar; Beethoven'in ve Shakespeare'in varlığını kanıtlarlar. Büyük bir orkestra şefine "Eğer dinleyecek bir Mozart'a sahipseniz Tanrıya neden ihtiyacınız olsun ki?" sözü atfedilir.
Sayfa 120 - Bölüm 3 - Tanrının Varlığı İçin Gösterilen Kanıtlar, Güzellikten KanıtKitabı okuyor
Sırf alışkanlıktan sonsuza kadar birlikte yaşayan insanlar; çünkü ikisi de soludukları hava veya hiç değilse içinde yaşadıkları şehir kadar parçası olmuştur birbirinin; ilişkileri ne kadar tahammül edilmez bir hal almış olursa olsun asla ayrılmayı düşünmeyen insanlar.
İki taraf da beraber yaşadıkları evin salonundan yahut yatak odasından görülenler kadar değer taşır: Oradadırlar işte, ne iyidirler artık ne kötü, ne tiksindirici ne iç açıcıdırlar, ne bunaltıcı ne heyecan verici, ne faydalı ne zararlıdırlar. Var olan şeydirler sadece - bir pakettirler, günün solgunluğu, dekorudurlar- sorgulanmak varlıkları, düşünülmez soluklarını, daimi ve yanı başınızdaki mırıltılarını dıymadan yaşama ihtimali, onları değiştirmek yahut ilişkinin şartlarını iyileştirmek.
.
Var olan şiirlerin kullanılmasındaki bir diğer tehlike de, danışanın Svlvia Plath gibi intiharı romantikleştirmesi tehlikesi, muhtemel bir sorun olarak kalır.
Ama Bay Palomar'ın içinde, her şeyin bir başka türlü, bir düğüm gibi, bir pıhtı gibi, bir birikintisi gibi var olduğu bir nokta kalıyor: Burada olduğun ama olmayabileceğin duygusu, olmayabilecek, ama olan bir dünyada.