Benim burada ne işim var? diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onları. Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
Leyla gülümsüyordu: - Bu akşam da geleceğinizi biliyordum Selim Beğ, dedi ve bunu söylemesiyle istihza tufanına boğulması bir oldu. - Maziyi bilmek olan tarih, demek sizde geleceği de bilmek kabiliyetini geliştirmiş. - Alay etmeyin. Geleceğinizi tabiî bir netice olarak biliyordum. Saatin sekizden sonra dokuz olacağını daha önceden nasıl biliyorsam bunu da öyle biliyordum. - Bazen münasebetsiz bir el saati geriye alabilir. O zaman sekizden sonra dokuz değil, yedi gelir. Bu akşam Leyla'da başka türlü bir hal vardı. O da alaya başladı: - Fakat siz, hiçbir münasebetsiz elin uzanamayacağı bir saatsiniz. Selim sert sert baktı: - Böyle giderse o el siz olabilirsiniz...
Reklam
Yapısı gereği âmâ olan cinsel dürtülerimiz akıldan al­dığı yön doğrultusunda amacına yaklaştığı ve ortamını bul­duğu an gücü korkutucu bir hal alır. Diğer yandan cinsel arzular nasıl olursa olsun çekicidir ve doğası gereği kendine dayanak oluşturacak fikirleri kendine çekip bu fikirlerden ilave güç bulur. İkisi arasında sıkı bir ilişki, ilişkiden de öte iş birliği vardır. Öyle ki ikisinden biri zayıflayınca diğeri devreye girip canlandırır. Dolayısıyla birbirlerinin sürekli canlı kalmasını sağlarlar. Bu durum özellikle cinsel eğilim­ler için geçerlidir. Resimler oldukça büyük bir rol oynar. Cinsel organları çok hızlı bir şekilde uyarır. Cinsel uyarıl­ma gerçekleşince aklı devreden çıkarır. Halüsinasyona va­ran şiddetli önerilerde bulunur. Başka hiçbir eğilim, resim veya hayalle bu kadar uyarılmaz. Hayal kurmanın cinsel arzulardaki rolü inanılmaz büyüktür. Amaçsız, içi boş bir akıl, içgüdüsel arzulara hizmet etmekten başka bir şeye ya­ramaz. Bunun kanıtı olarak cinsellik konak bahçelerinde işi olmayan beyefendilerin en belirgin etkinliği oldu. Çalışan­lar içinse olması gerektiği gibi yemekte meze.
"Benim burada ne işim var?" diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de,her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak bir çok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerinin arasından arada bir görüyorsunuz onları. Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
Ben öyle, odaları, evleri anlatmaya pek meraklı değilimdir. Ne yapayım, ben de oturdum, kardeşim Allie’nin beyzbol eldivenini yazdım. Felaket betimsel bir konuydu. Gerçekten. Kardeşim Allie’nin eldiveni solaklar için olan türdendi. Solaktı kardeşim. Eldivenin betimsel özelliği, bütün parmaklarına ve el üstü cebine kardeşimin şiirler yazmış olmasıydı. Yeşil mürekkeple. Bunları beyzbol alanında, tepesinde eli sopalı bir vurucu olmadığı zamanlarda okumak için yazmıştı. Kardeşim öldü. 18 Temmuz 1946’da, lösemiden.
Kuva-yi Seyyare Kumandanı Ethem'in kardeşi Tevfik'ten bir yazı aldım: "Müstacel [Acil] bazı işlerimizi görüşmek üzere filan saatte Simav'da bulunabileceğinizi telefonla tekit edin [bildirin]" diyordu. Hemen tekit ederek bulunabileceğimi bildirdim ve acele Simav'a hareket ettim. Tevfik'i de orada gelmiş buldum. Hoş beşten sonra bana "Senin memleketi sevdiğini ve çalıştığını biliyoruz" dedi. "Bizim de nasıl çalıştığımızı sen biliyorsun. Lakin Kuva-yi Seyyare ve Milliye'yi lağv ile silahlarımızı Garp Cephesi Kumandanlığı'na teslim ettirmek istiyorlar. Senin, Ankara'da tanıdığın ve bugün işin başında bulunan filan, falan ve filan, kimseler de bana, 'Doktora söyle bu işi kabul etmesin' dediler. "Biz bu kadar sene hizmetten sonra lağv olunmayı istemiyoruz. Kabul etmeyeceğiz. Sen de düşün, kararını ver." Serseme dönmüştüm. Düşünüp bu sözlerden bir mana çıkarmaya çalışıyordum. Tevfik telefona sarıldı. Ethem'i aradığı belli idi. İçinde, doktor, doktor diye ismim geçen Çerkesçe uzun bir konuşma oldu. Sonra tekrar bana fikrimi sordu: "Vallahi Tevfik Bey" dedim. "Sersem oldum, düşüneyim. Lakin aklıma bir şey geldi. Ankara'da filan zata acele bir telgraf vereyim, hemen Mustafa Kemal Paşa ile görüşüp fikrini bana bildirsin. Ben de size fikrimi söylerim." Ethem "Bravo Doktor Bey!" dedi, "çok iyi düşündün, öyle yap". Vedalaşıp ayrıldık. Daha Simav'da telgrafı yazıp postaya verdim ama bütün telgraf hatlarının onların elinden geçtiği hiç aklıma gelmedi.
Reklam
bağır çağır bir şiir
I bu elimi senin için komşunun bahçesinden gül çalarken kestim dalından düşmüş bir eriğe bastım bir serçeyi ürküttüm birazdan ölecek bir hayvan gibi öksüren eski çeşmeden avuç avuç su içtim
Ubeyde b. Hâris'in (ra) emrindeki birlik, Cuhfe tarafında Seniyyetülmerre'nin aşağısında sahil yolunu takip ederek Râbiğ vadisinde Ahyâ adıyla anılan suyun yanında konakladı ve burada Kureyş kervanıyla karşılaştı. İki yüz kişiden oluşan Kureyş kervanının başında Ebû Süfyân b. Harb bulunuyordu. Müşrikler Müslümanları korkutmak için ok atıp, kılıç gösterisi yaptılar ama Müslümanlar Efendimiz'den (sav) izin almadıkları için karşılık vermediler. Ama müşrikler onları öyle bir kışkırtmaya başladılar ki en sonunda Hz. Sa'd(ra) dayanamadı ve birliğin komutanı Ubeyde b. Hâris'in (ra) yanına giderek: "Ya Ubeyde, lütfen bana müsaade et! Onların ok atıp bizi kışkırttığı gibi ben de bir sefer ok atıp yanınıza geri döneyim." dedi. Ubeyde bin Haris(ra) biraz gönülsüz olsa da Sa'd b. Ebî Vakkâs (ra) onu ikna etti ve yanında bulunan yirmi oku alarak Mekkelilere biraz yaklaştı. Sa'd(ra) okları o kadar hızlı ve seri atmıştı ki müşrikler kendilerini büyük bir ok yağmurunun altında hissettiler. Hatta Müslümanlara takviye kuvvet geldiğini zannedip dağılmaya başladılar. O gün, Sa'd'a(ra) düşman tarafından atılan bir ok isabet etti. O ok, İslâm tarihinde savaş halinde bir Müslümana isabet eden ilk ok oldu.
Sayfa 33
Anneliğin ilk günlerinde çok geçmeden anlamıştım; çocuğumu büyütürken, çocukluğumu da yeniden büyütmem gerekiyordu. Herkes bunu böyle mi yaşıyor bilmiyorum ama annelik öyle bir kimlik oldu ki benim için, yol boyunca aynı anda kaç farklı kabuğumu soydum ve kaç yerimden o taptaze pespembe cilt yeniden başladı inanın bilmiyorum. Hayata dair her şeyi öğrenmeye muhtaç bir bebekle beraber, hayatı bildiğini sanıp çok yanıldığını her gün yeniden görem bir anne de doğuyormuş, buna da artık içtenlikle inanıyorum.
"Ben aşkına yıllar önce düştüm. Derin, karanlık bir çukura düşmek gibi bir histi.Ve sonra, pek de uzun zaman olmadı, çukurun arka kısmındaki bir duvar ufalandı ve çıkış yolu bulmak için kazmaya başladım. Bazı şeyler artık o kadar... imkânsız gibi gelmemeye başladı.Gizli tuzaklar ve gecikmeler oldu. Kendimi birkaç mağarada buldum. Bazen hälä yolumu temizliyorum." Jocasta başıyla onayladı. "Bu tünelin ucunda bir ışık var mı?" Flynn başıyla onayladı. "İçerde de var. Yalnız değilim. Bir meşale çıkış yolunu gösteriyor." "Meşale mi?" "Şu boylarda" -Flynn onun yaklaşık boyunu gösterdi- "Fisa Okyanusu'ndan daha mavi gözleri var ve bugüne kadar gördüğüm en öpülesi dudaklar onda. Aslında şu anda o dudakları yiyip bitirmek istiyorum." Jocasta'nın içinde bir sıcaklık patlaması oldu. "Kulağa çok fena bir meşale gibi geliyor." "Öyle," diye cevap verdi. "Görünüşe göre kendimi içinde bulduğum bu yola girmem için beni cezbedebilecek tek meşaleydi." "Kendini içinde bulduğun mu?" Bir söz hakkı yokmuş gibi? Ya da emin değilmiş gibi? Flynn'in suratı dondu kaldı. "Az önce bir köke takılıp yine suratımın üstüne yere mi yapıstım?"
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.