"Hazret-i Eyyüb aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbi hastalıklarımız vardır.'' Nasılmış arkadaşlar? Hz. Eyyûb'ın (a.s.) nasıl ki dışı zahirî hastalıklarla dolu; bizim de aynı öyle iç âlemimizde, kalp ve ruhumuzda böyle hastalıklar varmış. Tedavi edilmeye ihtiyacımız var. 'Allah Allah! Ben kendimi gayet sağlıklı hissediyorum' diyeceksiniz belki de. Hiç hasta gibi hissetmiyoruz belki. Kendimizi gayet sağlıklı, gayet sıhhatli ve hatta akıbetimizi de düşününce çok problemli görmüyor olabiliriz. Ama şimdi arkadaşlar bize hasta olduğumuza dair belirtilerden bahsedince hasta olduğumuza bizi ikna edecek Bediüzzaman. Okuyalım mı biraz? Bakalım acaba hasta mıyız? Hasta isek ne derece hastayız? Şimdi sadece bir iddia boyutunda: O zatın dış görünüşündeki hastalıklarına karşı bizim iç alemimizde yaralarımız, hastalıklarımız, dertlerimiz var. Allah Allah! 'Iç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb'dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.
Sayfa 121
Bir ağacın kökleri gibi.. :)
Bugün geyik taşların olduğu yere geldik, dün yanlış yere gitmişiz. Dün gittiğimiz yerde *ovo vardı. Bugün geldiğimiz yerde bir tane geyik taş ve mezar var, tören yeri var, dikili taşlar var. Geyik taş üzerinde bir satır yazı bar. Dmitriy Vasilyev'in tesbit ettiği bir yazı bu, rakım 1300 şu anda bulunduğumuz yerde. Üç tane. Bir geyik taş göle karşı dikilmiş, iki tane de onun ikiyüz metre berisinde var. Buradaki rehberimiz Vladimir bir Tuva Türkü ve temel Türkçe kelimeler aynı. Konuşuyoruz, baş baş, döş, döş, kol kol... Şimdi Vladimir'e ben 10'a kadar saymasını rica edeceğim. Bakalım nasil sayacak. Bay Vladimir, 10'a kadar sayar mısınız, 10'a kadar... "Vir, yi, üş, dört, beş, altı, çedi, ses, tos, on" Ve ben devam ediyorum beş, altı, yedi diye. Şaşırıyor. Durmuyorum, vucudun uzuvlarını söylemeye başlıyorum, elimle işaret ederek baş diyorum, o devam ediyor baş diye. Döş, döş. Bütün isimler aynı, o da şaşırmıyor. Tuva Türkçesi demeyelim ne diyelim.
Sayfa 189 - Ovo: Höyüklerin sembolize edilmiş küçük biçimleri, ibadet ve Budist törenlerde kullanılır.
Reklam
"Çevreme kaygılı gözlerle baktım, şimdiden başka bir şey yoktu. Şimdileri içinde kabuk bağlamış, hafif ve sağlam mobilyalar, bir masa, bir yatak, bir aynalı dolap ve... ben. Şimdinin gerçek özü kendini açığa vuruyordu: Şimdi var olandı, şimdi olmayan hiçbir şey var değildi. Geçmiş var olan bir şey değildi. Hem de hiç. Ne eşyada ne de düşüncemde. Kendi geçmişimin benden kaçtığının çok uzun zamandan beri farkındaydım. Ama önceleri ulaşamayacağım bir yerde olduğuna inanıyordum. Benim gözümde geçmiş bir tür emeklilikti sadece: Bir başka var olma biçimi, bir tatil ve hareketsizlik haliydi. Rolünü oynayan her olay, usulca bir kutunun içine çekiliyor ve bir fahri olaya dönüşüyordu: Hiçliği düşünmek bu kadar zordur işte. Artık biliyorum: Şeyler göründükleri gibi, onların ardında... hiçbir şey yok."
Sayfa 143 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Fransız kafka,
“Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay."
Can yayınlarıKitabı okuyor
Son yıllarda Beyoğlu’nda kulüp üstüne kulüp açılıyor, hepsi de tıklım tıklım doluyordu. Osmanlı döneminin bu şık levanten semti, şimdi caz kulüpleri, rock müzik yapılan kahveler, hip-hop ve türkü barlarıyla dolmuştu. Gazeteler bıkıp usanmadan her gün, bu kulüplerde İstanbul’un “nabzının attığı”nı yazıyordu.
Doğan Kitap
İşte şimdi de kendime yine aynı soruyu soruyordum: Onu seviyor muyum? Ve bir kez daha bu soruya cevap vermeye cesaret edemedim; daha doğrusu belki de yüzüncü kez ondan nefret ettiğimi tekrarladım kendi kendime.
Reklam
Bir mezar sessizliğinde.. Kaderin gelişini beklerim.. Çağdaş bir çarmıhın ortasına asılmışım. Yaşamı özleyerek.. Ortadoğusal bir acıdır bu.. Diclenin Fıratın kanla bulaşmışlığı.. Yanmış ve kül olmak.. yeniden doğuşları ümitlenmek.. Güzelliğini kaybetmiş ölümlerin.. son dileğidir oysa. Şimdi yaratılmayan bir şiire benzemen. Boğazı sıkan bi lanet.. Kuralı nefesi kesilmek.. Duyuşu olmayan çığlıkların.. Cerahat akan bedenlerin. Tutulamayan ellerin kaçışındandır. Belki de seni arıyorum. Zalim bir yalnızlıkta hatırlarken seni. Ayrılığın gerçekliğinde.. Yabancı gülüşlerde.. Vaveyla
Adana'daki Fransız komutanı, 25 Mayıs'ta Binbaşı Menile, bundan sonra herhangi bir yardımın yapılamayacağını, kurtuluş için bir "Huruç hareketi" yapmaktan başka bir çare kalmadığını, böyle bir harekete başvurulduğu takdirde, kendilerini Mersin'e götürebilecek yolları bildirdi. Bunun üzerine Menil, bir çıkış hareketi yaptı ve zayıf Türk kuvvetleri çemberinden kurtulmayı başardı. O, Torosların üstündeki sarp yerlerden ve patikalardan ilerleyerek, Namrun-Gözne yolundan Mersin'e inebileceğini ummuştu. Fakat yolu şaşırdı. Bunun üzerine Panzinçukuru köyünden para vermek ve zor kullanmak suretiyle Kumcu Veli'yi ve Hatice adındaki kadını kılavuzluğa aldı. Ancak kılavuzlar Fransızlara dostluk göstermemişlerdi. Nitekim Hatice Kadın, bir yolunu bulup Fransızların yanından kaçmış ve Kumcu Veli'nin, Fransızları Karboğazı'na götüreceğini köylülere anlatmıştır. Onun için, kendilerine katılanlarla birlikte 44 kişiye varan Panzinçukuru köylüleri, hemen harekete geçerek, Ağaçkesen Deresi'ndeki Sünedir Boğazı'nda Fransızlara pusu kurdular, işte 27 Mayıs 1920'de bu boğaza sokulmuş olan Fransızlar, 28 Mayıs'ta Türk milli kuvvetlerine teslim olmak zorunda kaldılar. Şimdi onlar, "Nispeten vahşi saydıkları bir milletin dağlar arasında yaşayan ve bu sebeple de elbette daha sert huylu olmaları gereken köylülerinin ellerinde esir idiler ve yaptıkları kötülüklerden ötürü, iyi olmayan her çeşit harekete layık idiler. Fakat Türk köylüleri onlara karşı olağanüstü insanca davrandılar, öldürme veya hiç olmazsa hakaret yerine kendilerine sıcak bulgur pilavı ile serin ve yağlı ayran ikram ettiler.
Pazar akşamları
Şimdi kılıksızım, fakat Borçlarımı ödedikten sonra İhtimal bir kat da yeni esvabım olacak Ve ihtimal sen Yine beni sevmeyeceksin. Bununla beraber pazar akşamları Sizin mahalleden geçerken, Süslenmiş olarak, Zannediyor musun ki ben de sana Şimdiki kadar kıymet vereceğim?
Hayatı da, sanatı da çok sevdim. Eh, şimdi de başkalarıyla bir arada yaşayamayacak kadar yorgun düştüğümden, yaşamış olduğum bu son derece kendime ait, eski duygular, bütün koleksiyoncularda görülen saplantı yüzünden çok değerli geliyor bana. Kalbimi bir vitrin gibi kendi önüme açıp başkalarının bilemeyeceği onca aşka tek tek bakıyorum. Artık diğer koleksiyonlarımdan daha bağlı olduğum bu koleksiyon için de, kendi kendime, biraz Mazarin'in kitapları için dediği gibi, esasen hiçbir kaygı da duymadan, bütün bunlardan ayrılmanın çok can sıkıcı olacağını söylüyorum.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.