Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yalnızlık için evrimsel açıklamalar vardır; buna göre başkalarıyla birlikte gruplar halinde yaşamak üzere gelişmişizdir. Hiç kuşkusuz, gruplar halinde yaşamak konusunda, yırtıcılardan daha iyi korunmak ve kaynakları paylaşabilmek gibi iyi evrimsel sebepler bulunur. Bununla birlikte, grup halinde yaşamayan bir yaratık içinde inandırıcı evrimsel sebepler bulunabilir, sözgelimi bu sayede yırtıcılardan daha kolay saklanabilir, kaynakları paylaşmak zorunda değildir ve grup hiyerarşisi için de bir yer kapmak için mücadele etmesine gerek yoktur. Yine bazı türlerin gruplara diğerlerine göre daha yakından bağlı olduğunu gözlemleriz. Örneğin şempanzelerin, orangutanlardan daha büyük ölçüde grup hayvanı olduklarını görürüz. Biyolojik bir mercekten, insanlar için sosyal bir topluluk/ortaklık aramanın doğal olduğunu her zaman söyleyebiliriz ama buradan yalnızlığı arzulamanın doğal dışı olduğunu ya da zamanının çoğunu yalnız geçirmenin bir insan için illa olumsuzluk yarattığı sonucunu çıkaramayız. Bu, bireyin bu koşulla nasıl ilişkilendiğine bağlıdır.
Sayfa 38 - Yalnızlığın ÖzüKitabı okudu
Adam Smith, “bir başınalık korkusu’’nun bizi nasıl başka insanlar aramaya zorladığını yazar, hem de sözgelimi utanıp başkalarının yargılayıcı bakışlarından kaçmak istediğimiz zaman bile. Bir başına büyüyenlerin asla kendilerini öğrenemeyeceklerine vurgu yapar. Ve bir başına yaşayanlar kendilerini yanlış yargılar, hem iyi eylemlere hem de uğradıkları zararlara fazla değer biçeceklerdir. Başkalarının üzerimizde gözü olmasına ihtiyaç duyarız.
Reklam
Öznel mutluluğa dair çalışmalarda görülmüştür ki bir yaşam arkadaşı ya da dostlar, servetten ya da ünden çok daha fazla etkiye sahiptir üzerimizde. İleride göreceğimiz gibi, tam da bu sebeple toplumsal tecridin hem ruhsal hem de bedensel sağlık üzerinde son derece olumsuz etkileri vardır. Toplumdan kovulma uzun süre bir kişinin başına gelebilecek en sert cezalardan biri olarak görülmüştür; Antik Çağ da neredeyse ölüm cezasıyla bir tutulmuştur. Çoğu insan bugünün hapishanelerinde tecride en tüyler ürpertici ceza olarak bakmaktadır.
Birinin varoluşu, olmasının ya da olmamasının başka herkes için büsbütün önemsiz göründüğü bir dünyada yaşamak tahammül edilemez bir şey olacaktır. Dostoyevski’nin yeraltı insanının yazdığı gibi: “O sıralar ancak 24 yaşındaydım. Hayatım o zaman bile sönüktü, derbederdi; yabani sayılacak derecede bir başımaydım. Kimseyle arkadaşlık etmiyor, konuşmaktan kaçıyor, gitgide daha çok kabuğuma çekiliyordum.” Çalıştığı dairede meslektaşlarının ona yalnız acayip bir adam olarak değil aynı zamanda tiksintiyle baktıklarını hisseder, o da onlara korku ve küçümsemeyle bakar. Böyle bir mesafe koymuş olsa bile dikkat çekmeye can atmaktadır, öyle ki sırf kendini fark ettirmek için ikidebir kavga çıkartmaya çalışır.
Bir kişi ideal olarak gördüğünden fazla arkadaşa sahip olduğunda yalnızlığın fiilen arttığını keşfetmiştir.
Daha önce sözünü ettiğimiz gibi, yalnızlık, bir kişinin başkalarıyla bağlantı kurma gereksinimini tatmin edilmemesine verilen duygusal bir karşılıktır. Yalnızlığın bir duygu olduğunu da akılda tutmak önemli, çünkü sık sık başka olgularla karışır;, bilhassa tek başınalıkla. Halbuki yalnız olmak ile tek başına olmak iki ayrı olgudur. Hem mantık hem de deneyim açısından birbirinden bağımsızdırlar. Yalnızlığı sosyal geri çekilme olarak tarif edebiliriz. Burada, ilişki ihtiyacımızın karşılanmadığını bize bildiren bir rahatsızlık hissi söz konusudur. Bunu sosyal acı olarak da tanımlayabiliriz. Nitekim bu sosyal acı hissi, fiziksel acı ile bağlantılıdır; Her ikisi de aynı nörolojik yolu izler. Fiziksel acıda vuku bulduğu gibi, sosyal acı da acının kaynağından, yani sosyal dünyadan el etek çekmeye sevk eder. Ayrıca, yalnızlıkla güçlü biçimde bağlantılı pek çok karakter özelliği buluruz ve bu kişilik özellikleri başkalarıyla bağlantı kurma kabiliyetimizi karmaşıklaştırır. Böylece, yalnızlık kendi kendini pekiştirirci bir eğilim kazanabilir.
Reklam
Nitekim bazı insanlarda Sosyallikten zevk almama teşhis edilebilir. Genel olarak konuşursak, bu insanlar sosyal ilişki kurmayı arzu etmezler, dolayısıyla sosyal anksiyetesi olanlardan ayrıdırlar, bu ikinci gruptakiler toplumsal alanda ciddi duygusal ikilem içindedirler, sosyal teması hem arzular hem de bundan korkarlar. Sosyallikten zevk almayan biri sosyal ilişkiye ya çok ihtiyaç duyar ya da hiç duymaz, dolayısıyla yalnızlığı tecrübe eğilimleri düşüktür.
Genelde insanlar başkaları ile birlikte geçirilen zamanın yalnız harcanan zamandan daha tatminkar olduğunu bildirseler de bireyler arasında dikkate değer farklılıklar vardır. Fakat yalnız olmak, özünde ne pozitiftir ne de negatif. Her şey sizin nasıl yalnız olduğunuza bağlıdır. Yalnız olmak -ben yalnız başıma her şey olduğumda her şey birdir- hem en iyi hem de en kötü anlarımızı yaşadığımız bir durumda olmaktır .E. M. Cioran şunları yazarken yalnızlığın olumlu bir çeşidini tasvir eder: “ Şu an yalnızım. Daha ne isterim? Daha yoğun bir mutluluk yok. Evet: sessizlik sayesinde, yalnızlığım duymanın mutluluğunu büyütüyor. “ Öte yandan, olumsuz ucu Sartre’ın Bulantı’sında kaydedilir: Bu karara varmadan önce o kadar yalnızdım ki kendimi öldürmeyi bile düşündüm. Neden vazgeçtim biliyor musunuz? Kendimi öldürseydim kimse, ama hiç kimse duygulanmayacaktı bu ölümden, yaşarken yalnızdım, ölünce daha da yalnız kalacaktım.” 
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.