Çünkü insan hiçbir umut beslemediği zaman durumu kabullenebiliyor ama kapkara bulutlar arasında iğne ucu kadar kendini gösteren bir güneş ışını belirince bütün dünyası o ışığa bağlı oluyor. Ben de umutlanmıştım ve bu bana iyi gelmemişti. Hep kapıya yaklaşacak adımları bekliyordum ama ne yazık ki buldoktan başkası gelmiyordu.
Yalnızlık ağır bir hâl. İnsan dayanamıyor buna. Ya da her insan dayanamıyor. Katlanan, kabullenen vardır muhakkak ama o ben değilim. Aslında onlar da yanılıyorlar. Yalnızlığı anlamıyorlar bence. Yalnız kalmakla yalnız bırakılmak aynı şey değil. Tercih edilen bir yalnızlık nimet gibi. Hayranlık uyandıracak asil bir hâl. Ama birilerinin seni yalnız bırakması... İşte o dayanılmaz. Yalnız kalmak değil can yakan, yalnız bırakılmak yani. Ve ben yalnız kalmadım, yalnız bırakıldım.
Herşey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske! ..
Altta ne güven, ne de rahatlık...
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben! ..
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla
Kimsenin bilmesini istemem
Zayıf taraflarımı düşündükçe,
Titrer ve sararırım...
Ve başkaları görürse iç dünyamı...
Gerçek beni ve yalnızlığımı!
"Benden ne istediklerini bilmiyorum," dedi. "Ya da kim olmamı istediklerini. Herkes kendin olmanı söylüyor ama aslında ciddi değiller ve ben artık çok yoruldum..." Sesi titredi. "Yetersiz olmaktan bıktım. Bıktım işte... Yalnız olduğumdan değil. Yalnızlık umurumda değil. Ama burası..." Parmakları gömleğinin önünde düğümlendi. "Burası acıyor."
Bir el çenesini kaldırdı.
"Bana bak, Henry,” dedi yabancı. Oysa adını sormamıştı bile.
Henry başını kaldırdı ve adamın ışıltılı gözlerine baktı. Orada dumana benzer bir şeyin kıvrılıp büküldüğünü gördü. Yabancının vahşi bir güzelliği vardı. Aç ve keskin. Zümrüt yeşili gözleri, Henry'nin üstünde dolaştı.
"Mükemmelsin," diye fısıldadı, başparmağıyla Henry'nin yanağını okşarken.
Sesi ipek gibiydi, Henry o yumuşaklığa ve dokunuşa teslim olur gibi oldu. Adam elini aniden çekince delikanlı, az kalsın dengesini kaybedecekti.
"Acı güzel olabilir,” dedi adam bir duman bulutu üfleyerek. "Dönüştürebilir. Yaratabilir."
"Ama ben acı çekmek istemiyorum," dedi Henry boğuk bir sesle. “Ben…”
"Sevilmek istiyorsun."
Evet, neden? Başka bir acıyı dindirmek için mi, boşluğu doldurmak için mi, başka bir aşkın üstesinden gelebilmek için mi, yalnız kalmamak için mi, hiç olmasındansa bir ilişki olması daha iyi diye mi, seks için mi, yalnızlık korkusundan mı? Neden ?
Ve ben yalnızlığımı seviyorum. Aslında hayatta en büyük saadet yalnız kalabilenlerin saadeti.. Asıl yalnızlık yalnız kalamamaktır belki de.
Ve ben yalnızlığıma şükrediyorum.
“Sam Hamilton, sen ve ben, bir kelimeyle ilgili uzun uzun tartışmıştık, onu düşünüyordum," dedi Adam. "Neydi o kelime?"
"Şimdi anladım. Kelime timşel'di."
"Timşel... ve sen demiştin ki..."
"Insan yararlanmak isterse, o kelimede üstünlüğü bulabileceğini söylemiştim."
"Sam Hamilton çok keyiflenmişti, hatırlıyorum."
"Onu özgür kılmıştı," dedi Lee. "Ona diğer bütün insanlardan ayrı bir insan olma hakkı veriyordu çünkü."
"Ne büyük yalnızlık."
"Bütün üstün ve değerli şeyler aynı derecede yalnızdır.”
"Neydi demiştin kelime?"
"Timşel... hükmedebilirsin."