Kemalist devlet ilkeleri yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Ama Mustafa Kemal hâlâ İslam dinini de tasarılarına katmaya çabalıyordu. Geleneksel din okulu olan medreselere gerek olmadığı bir gerçekti. Yine İstiklâl Savaşı sırasında bir medreseye yaptığı ziyareti anlattı. Yörenin müftüsü öğrencilere Arapça öğretiyordu, ama ne kendisi ne de öğrenciler bu dili doğru düzgün biliyorlardı. “Vakıa ben Arapça bilmem,” dedi Mustafa Kemal, “Fakat Arabistan’da bulunduğum için anlayabiliyorum, müftü efendiden daha çok biliyorum Arapçayı... Arapça dilini öğrenmek için Suriye’ye Arabistan’a gönderelim, Arapça öğrensinler. Fakat bütün medreselerimizde anlamayan, anlatamayan kimselerin böyle faydasız şeylerle iştigaline mahal yoktur.” Eğer din konusundaki ders kitapları Türkçe yazılırsa Arapça öğrenmeye zaten gerek kalmayacaktı. Aslında bu konuda araştırma yapmak için insanın İngilizce, Almanca ya da Fransızca öğrenmesi gerekiyordu. “Çok iyi bilelim ki bizim dinimizi bizden daha çok tetkik eden onlardı (yabancılar).” Dini inkâr edenlerin bile bir dini vardır. “Dinsiz kimse olmaz. Bu genelleme içinde şu din veya bu din demek doğru değildir.” İslam ise bütün dinlerin en olgunu, en mantıklısıdır ve bilgi peşinde koşanların davranış biçimini saptar: bu nedenle din dersi kız ve erkek öğrencilerin birlikte okuyacakları tedrisatın bir bölümü olmalıdır. Resmî dini olan çoğu Avrupa ülkesinde eğitim sistemi bu biçimdeydi. Ama yine de Fransızların devrimci ilkeleri, Mustafa Kemal’in ruhuna daha yakın geliyordu.