1901'de bir İngiliz ailenin çocuğu olarak Fransa'nın Cannes kentinde doğdu. Zengin bir baba ile çocuğunu hem ezen hem de inkâr eden bir annenin kızıydı. 14 yaşındayken, babası ona "hayat boyu yalnızlık" bırakarak öldü. Kavan'ın müreffeh ama sevgisiz çocukluğu Avrupa ve Kaliforniya'da geçti. Yazmaya ilk kocası Donald Ferguson'la birlikte yaşadığı Burma'da (şimdiki Birmanya) başladı. "Anna Kavan" adını "Women's Liberation için öncü bir çaba" olarak nitelenen Let Me Alone romanının kadın kahramanından aldı. "Kavan", kahramanın nefret ettiği ve küçümsediği kocasının soyadıydı. (Bu soyadı ayrıca hayran olduğu Kafka'ya da bir göndermeydi.)
Yaptığı İki evlilik de başarısızlıkla sonuçlanan Anna Kavan, 1925'ten ölümüne kadar iyileşmez bir eroin bağımlısıydı. İlk eşinden olan oğlu Bryan II. Dünya Savaşı'nda, Stuart Edmonds'la evliliğinden olan kızı Margaret ise doğum yaptıktan sonra öldü. 1968'de Londra'daki evinde kalp krizi sonucu ölmüş olarak bulunduğunda, elinde yazdıklarında "bazuka" olarak geçen şırıngası vardı.
Anna Kavan, egzotik hayatını yazdıklarına yedirişi, düş dünyası ve kâbus dolu hayal gücü dolayısıyla sık sık benzetilip kıyaslandığı Anais Nin gibi kültleşmiş bir yazar. Düş, mesel, alegori ve masal gibi araç-formlar kullanarak otobiyografik yanları belirgin, ama iyi sindirilmiş, öykü ve romanlar yazdı. Türkçeye Buz dışında iki romanı daha çevrildi: Uyku Tanrısının Evi (Çev. Şefika Komçez) ve Kartal Yuvası (Çev. Roza Hakmen).
Buz’un arkakapağında marjinal bir bilimkurgu yazıyor ve Anna Kavan için ‘Kafka’nın kızkardeşi’ ifadesi var.
Ama Buz’da beni daha fazlası bekliyormuş:)
Hikaye dünyanın buzla kaplanmaya başladığı bir dönemde geçiyor. Bu yönüyle post apokaliptik. Kavan insanın evrene verdiği zarara da dikkat çekiyor.
“İnsanlığın en son icraatı sadece kendini-imha
Anna Kavan'ın duygularını böyle dümdüz, sakınmadan yazmasını cok sevdim. Hep bir rüya, hep bir uyuşturucu etkisi altında yazmış oldugunu hissettirdi. Kadın çocuğun yazarlar genelde özellikle o dönemkiler feminizm kokan dil kullanıyorlar ama Kavan öyle değildi. Hep sevgiyi arayan, yalnız kalmaktan bıkan ama başka bir yol bilmeyen bu kadını ben cok sevdim. En sevdiğim öyküsü şimdi ve o zamanlar. Müthişti. Cok etkileyiciydi.
Julia ve BazukaAnna Kavan · Everest Yayınları · 202118 okunma
Romanın erkek kahramanları olan anlatıcı ve muhafız, ideolojik birer figür olarak bastırılmış cinsel enerjinin de tezahürü aynı zamanda. Muhafız ve anlatıcı, gümüş saçlı kızı korumak için, himaye etmek için onu takip ediyorlar. Hapsediyorlar. Saklıyorlar. Ancak bu abartılmış sahiplenme arzusu, iyi niyet çabası olmaktan çok, bir şiddet eylemi olarak iktidar enerjisini açığa vuran ürkütücü bir güç olarak çıkıyor karşımıza. Anlatıcının neredeyse yaşama ülküsü hâline gelmiş olan gümüş saçlı kızı arayış yolculuğu, denetim altında tutulan bu cinselliğin acımasızlığının tekrar tekrar altını çiziyor. Öyle ki bu güç, dünyanın kaynaklarını yok eden, âdil olmayan bir düzenle yağmalayan ve nihayetinde gezegenin sonunu hazırlayan bir felaketin, bir şiddetin de müsebbibi olarak metni kapsıyor, kuşatıyor