Flannery O'Connor (1925-1964), Güneyli Gotik edebiyatçıların arasında sayılıyor. Daha çok hikayeleri ile ünleniyor. Lupusa bağlı erken sayılabilecek bir yaşta da ölüyor. Bu kitabında 9 adet öykü var ve hiçbiri de mutlu sonla bitmiyor ama yer yer gülümsettiği de oldu. Irkçı sayılabilecek bir ‘’zenci ’’ takıntısı hikayelerinde göze çarpıyor. Tabi Güney’li olması bunda etkili olmuş olabilir.
‘’ Bir zenciyi idare etmenin sırrı onun aklının seninki karşısında hiçbir şansa sahip olmadığını göstermekti.’’
‘’ Bir zenciye akıl gerektiren bir şey söylemek imkansızdı.’’
Hikayelerini okurken E.A.Poe okuyormuşum gibi hissettim ama Poe’nun öyküleri daha güzel diyebilirim.
Yazarın okuduğum ilk eseri. Amerikan edebiyatindan. "Güney gotiği" akımı içinde zikrediliyor. Toplamda 10 öyküden oluşuyor. Öykülerin hepsini aynı oranda beğendiğimi söyleyemem fakat "düşmanla gecikmiş bir karşılaşma", "yapma zenci", "ateşte bir çember", "temiz köylüler" ve "mülteci" öykülerini severek okudum. Gerçeğin ürkütücülüğünü sunan ortak paydada buluşuyor öyküler. Tekinsizliği, yaşamlarda kurulan rahatsız edici denklemleri kendine has bir üslupla veriyor. "Grotesk karakterlerle dolu grotesk dünya". Çevirinin kalitesi ve Metis okumanın ayrıcalığını da katarak bütün olarak baktığımızda tavsiye ederim.
Kız felsefe doktorası yapmıştı ve bu da Bayan Hopewell'i iyiden iyiye zor durumda bırakıyordu. Öyle ya, insanın "kızım hemşire" veya "kızım öğretmen" demesinde bir tuhaflık yoktu. Ama çıkıp da "kızım filozof"diyemezdi insan.