Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Abdulvahhab el-Efendi

Abdulvahhab el-EfendiNasıl Bir Devlet yazarı
Yazar
0.0/10
0 Kişi
5
Okunma
0
Beğeni
454
Görüntülenme

En Eski Abdulvahhab el-Efendi Sözleri ve Alıntıları

En Eski Abdulvahhab el-Efendi sözleri ve alıntılarını, en eski Abdulvahhab el-Efendi kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
  "Müslümanlar yüzyıllardır süren uyuşukluktan uyandıklarında, kendilerini bu ulus devletler içerisinde buldular. İlelebet bu ilginç yaratıklara (diktatörler) hizmet ve Allah'ın yerine onlara ibadet etmeye mahkum edildiler. Benim ülkem doğru ya da yanlış, benim ulusum 'uber alles' idi günün sloganı. Büyük olan, haşa artık Allah değil ülkeydi ve onun uğrunda öldürmeli ve öldürülmeliydi." 
"1924'te Türkiye'de hilafetin ilgasını izleyen dönem, Müslümanlar için derin bir ızdırap ve şaşkınlık dönemiydi. İslamın doğuşundan sonra ilk defa inananlar, inançlarının koruyuculuğunu iddia eden merkezi bir otoriteden mahrum bırakıldı. Daha önceki sıkıntılı zamanlar gibi, trajedi psikolojisi pek çok potansiyel reformcuyu aksiyona itti."
Reklam
"Mısır'da 1928'de genç bir öğretmen olan Hasan El Benna tarafından kurulan Müslüman Kardeşler böyle bir atmosferin ürünüydü. Hz Peygamberin 622'de Medine'de siyasi otoriteyi üstlenmesinden sonra ilk defa İslam, devletsiz bir din, vatanını arayan bir ideoloji oldu."
"İhvanı Müslim'e göre başlıca amaç; ruhu uyandırmak ve kalpleri harekete geçirmekti. Bütün reformlar bu amacı izleyecekti. İslami aileyi ve toplumu kuracak Müslüman fertler yetiştirilmeliydi. İslam devleti, bu reform programının bir meyvesi olmalıydı, başlangıç noktası değil."
"Mevdudi, Müslüman milliyetçilerin, Müslümanları İslami devlete götürebilecek milliyetçi bir temel üzerine kurulu devlet iddialarını reddettikten sonra, İslam devletinin Hilafet ilkesine dayalı ortak bir ibadet eylemi olduğunu ileri sürdü."
"İslam devletinin amacı, mümkün olan her yolla fazileti teşvik etmek ve faziletsizlikle savaşmaktı. Bu kabulden yola çıkarak Mevdudi, İslam devletinin komünist ve faşist devletlere benzer bir şekilde totaliter olması gerektiği sonucuna vardı. İslam Devleti insanların ırk ya da sınıf değil, sadece inanç temelinde vatandaşlık hakkını kazandığı ideolojik bir devletti."
Reklam
"Bu (İslam) devleti kurabilmek için önce faziletli bir toplum kurulmalıydı. Zira devlet, içerisinde doğduğu sosyal şartların bir yansımasıdır. Bu nedenle yalnızca İslam'a bağlı sadık bir çekirdek kitle yükselmeli ve toplumda hegemonyayı sağlayana kadar çalışmalı, böylece bir İslam devletinin doğuşuna yol açmalıydı. (Mevdudi'ye göre)"
"Mevdudi'nin görüşü, klasik teorinin modern kavramlarla başarısız bir şekilde uzlaştırılmasından kaynaklanan pek çok sorunu beraberinde getirdi. Toplumun hakimiyeti, halifeye fiili bir diktatörlük vererek elinden alınıyordu. Devletin fazileti teşvik etmede ve faziletsizlikle savaşmada mutlak sorumluluk taşıdığı iddiası, sorumlu olarak devletin totaliter olması gerektiği sonucunu getiriyor. Böylelikle devlet, insanların özel ilişkilerine müdahale hakkına sahip oluyor."
"İran'da Pehlevi rejimine karşı verdiği siyasi ve entellektüel mücadelesinde Humeyni, şii düşünceyi devrimleştirmeyi başardı.      Humeyni'nin düşüncesi geleneksel şii düşünceyle modern devrimci teori arasında yaptığı güçlü ve dinamik sentezi ve devrimci düşünür Ali Şeriati'nin katkılarıyla kemale erdi. İran gençliğini cezbeden Şeriati'nin fikirleri, gelenek ile modernlik arasında bir köprü vazifesi gördü ve kamuoyunu Humeyni'nin gelenek temelli devrimci çağrısına çekti."
"Pratikte İran İslam Cumhuriyeti pek çok problemle karşılaştı ve şii İranlılar dahil pek çok Müslümana göre, ideal İslam Devleti sadece bir ideal ve bir rüya olarak kaldı. Ne bu ütopyanın vatandaşları, ne de yöneticileri ilahi birer varlık olarak gözüktüler. Onlar, iktidar ve nüfuz için birbirleriyle yarışabilecek ve yarışan, kafirler gibi maddi şeyler üzerine mücadele eden ve bazen bunlardan da kötüsünü yapan, yanılabilir insanoğullarıydı." 
Reklam
"İran örneği, kendilerinin bile bağlı olmadıkları idealler adına, küçük bir insan grubunun iktidarı tekellerine alabileceğini gözler önüne serdi. İran rejimi pek çok kimse için zorbalıktı ve yöneticilerle aynı görüşleri paylaşmayan sıradan Müslümanlar için itiraz hakkı bulunmuyordu. Anayasa masum (hata yapmaz) imama çok yakın bir lider tarafından belirlendiği için, hükümetin despotik davranışının nasıl düzeltilebileceği sorusu tam olarak sorulamadı bile."
  "2. Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsızlıklarını elde etmeye başlayan İslam dünyası, bunu ancak şartlı olarak ve mevcut uluslararası düzenin sınırlamaları dahilinde başarabiliyordu. Her Müslüman devlet, oluşumunda pay sahibi olmadığı ve uyum sağlamak durumunda olduğu bir ortama doğuyordu. Her yeni ülke, Birleşmiş Milletler'e katılmak ve yönetmeliğini imzalamak durumundaydı. Uluslararası para kuruluşlarına üye olmak, uluslararası hukuk ve düzenlemeleri kabul etmek ve uluslararası düzeni yönlendiren değerlere bağlı olmak zorundaydı. Yöneticilerin de büyük güçlerin, Avrupalı ve batılı güçlerin hakimiyetini tanımaya eğilimli olması şaşırtıcı değildi."
   "Her şeyden önce, mükemmel bir uluslararası sistem olarak İslam, en başından dünya siyaseti ile ilgilidir. İslam, bütün halkların eşitliğine dayalı uluslararası bir misyon iddiasındaki ilk inanç sistemidir. Asur'dan Roma'ya kadar antik imparatorluklar da dünyayı yönetme arzularını ya da hayallerini açığa vurmuşlardı ama onların fikirleri başka halkların özel bir millete ya da ferde boyun eğmelerine dayanıyordu. Ancak İslam, daha önce görülmemiş bir açıklıkla ortaya koyduğu; hukukun önünde eşitlik ilkesine dayalı, tek bir siyasi otoritenin altında bir dünya birliği fikrini getirmiştir. İslam tarihi, bu idealle yoğrulmuş ve bu ideali bir gerçeğe dönüştürmüştür."
   "İç düzendeki yetersizlikler, uluslararası alanda artan prestij ve başarılarla gözden kayboldu.      Samimi müslümanlar, iktidarı elde etmek için yabancı kafir güçlerle işbirliği yapan vicdansız prensler tarafından düş kırıklığına uğratıldılar. Özellikle 11. yüzyılın başından itibaren çöküş aşamasında olan Endülüs'ün savaşan sultanları, yaşanan skandallara bir örnek teşkil ediyorlardı. 16.yüzyıldan sonra Müslüman sultanların kafirlerle işbirlikleri, istisnadan çok bir kural haline gelmişti. Batılı güçlerle imzalanan anlaşmalar onlara adaletsiz bir avantaj sağlıyor ve giderek Müslüman devletlerin bağımsızlık ve bütünlükleri aşınıyordu."
23 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.