Çağdaş dünyada İslâm'ı çağa taşımak ve İslam mı yeni bir okuma ile ahlaki, adalet ve merhamet bağlamında bir okuma mütalaası yapmak gerekiyor...
Fazulu Rahman yeni açtığı yolda İslam'ı anlamak ve yaşamak, yeniden bir vahdet yolu açmak gerekiyor.
Bilinen hiçbir “din” yoktur ki insanları dağınıklıktan kurtarmak, bazı ortak duyguları ve bunların getirdiği davranışları meşrulaştırarak onlar etrafında bir toplumsal düzen kurmak için doğmuş olmasın.
“İntihar” ilk görünüşü ile tamamen bireysel, psikolojik bir hadise gibi görünmektedir. Çoğumuza da tam böyle görünüyor, değil mi?
Ne var ki hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Hele ilk göründüğü gibi hiç değildir.
Böyle bir kuşkuyla ve bu kuşkunun ilk kuralı olan “bir olguyu incelerken henüz hakkında hiçbir şey bilmiyormuşsun gibi incele” şeklindeki sosyolojik yöntem kuralıyla intihar olgusunu inceleyen Durkheim, yığınla istatistiksel veri yardımıyla, bir şahsın intihar etmesinde psikolojik değil de toplumsal olguların belirleyici olduğunu gösterdi.
...
Durkheim, bunları ve diğer yöntem kurallarını uygulayarak örneğin kentlerde taşraya, Protestanlarda Katoliklere, boşanmış kadınlarda evlilere kıyasla daha fazla intihar olgusuna rastlanıldığını göstermiştir.
Din yoksullar, yoksunlar, sömürülenler, ezilenler için bir teselli veya teselli sebebi, gerekçesi; bir keder hafifletici ve bir telafi işlevi, hizmeti görür.
Din sömürenler ve sömürü ilişkilerinden fayda sağlayanlar için ise, toplumsal iktisadi egemenliklerini sürdürmelerine yardım etme işlevi, hizmeti görür.
Birlikte ifade edersem:
Bir “ideoloji olarak din” altta olanlar (emekçiler) için bazı psikolojik (rahatlatıcı) işlevler görürken; üste olanlar (burjuva) için bir sınıfsal menfaat muhafızı işlevi görür.
Burjuva bunu, bazen, emekçiler arasında din’i yayarak ve bazen de kendilerine dindar süsü vererek yapar. Neticede ikisi aynıdır.
Yukarıdaki çözümlemelerin hangisi dikkate alınırsa alınsın, Marx-Engels’e göre din egemen sınıfın menfaatlerini koruma kollama, teminat altına alma aracı anlamında bir meşrulaştırıcıdır.
Bu niteliğiyle o, bu dünyada acı çeken insanlar için acıyı meşrulaştırır. Bu meşrulaştırmayı da öbür dünyada üst ve üstün konum vadeden bir “telafi mekanizması” ile yapar.
Çünkü din bir “Afyon”dur, Eskişehir veya Balıkesir değil…
Ama insan kendisinde içkin değiştirme ve dönüştürme yeteneklerinin artık farkına vardığından, eş deyişle, doğru bilince ulaştığından:
Ezilmişliğini, isyan hissini, en azından görece bir eşitlik talebini bastırması için bir zamanlar muhtaç olduğu din’in meşrulaştırma işlevine şimdi muhtaç değildir.
Artık bu işleve de bu işlevi yerine getiren din’e de ihtiyacı kalmamıştır. Şöyle de ifade edilebilir:
Üst sınıf sadece maddi olarak yüksek derecede bir tatminkarlığa sahip olmakla yetinmez. Sanat ve edebiyat içsel tatminine de sahip olmak ister ve sahip olur.
İkisine de sahip bulunmayan alt sınıf bu sahipsizliğini meşrulaştırmak için telafi edici dinsel hayallere ihtiyaç duyuyordu.
Ama artık doğru bilinçlenmiş komünist, paylaşımcı toplumda bu hayale de bu hayal kurdurma işlevini yerine getiren “din”e de ihtiyaç duymamaktadır.
Din’e en fazla alt sınıf muhtaçtır. Zira üst sınıfa kıyasla çok daha fazla içgüdüsel bir kaygının ıstırabını çeker.Bu içgüdü adeta mekanik olarak ona yerleştiren “yanlış bilinç”tir.
İnsanın değiştirme ve dönüştürme gücünü insana unutturan bilinç. Bir nevi “bilinçsizlik” yani.
Yanlış bilincin veya bilinçsizliğin oluşmasında büyük rol oynadığından:
Din bu ezilmişler tabakası için isyandan alıkoyma, ezilmişliği meşrulaştırma işlevi görür. Onların en azından eşit biçimde isteklerini tatmin etme talebini engelleme işlevini yerine getirir.