Sorun hiçbir zaman düşmekte değil, olmayacak da. Sorun düştüğün yerden kalkamamakta. Sorun düştüm diye dünyaya sırt çevirmekte. Sorun ben küstüm, oynamıyorum tavrıyla yaklaşmakta hayata. Yüz kere düşüp yüz kere ayağa kalkmalı insan. Yüz kere yenilip yüz kere kalkıp savaşmalı hayatla. Ki zaten hayat yolu yeknesak bir düzlemde çiçekli bir manzara eşliğinde ilerlemeyecek. Yol bazen patikaya çıkacak. Bazen çamura bulanacaksın dizine kadar. Bazen yokuşlar dizlerini kanatacak. Hayat düşmenin ve kalkmanın, kazanmanın ve kaybetmenin yan yana olduğu o mecra ve sen kalıp yaşayacaksın. Ve sen kalıp savaşacaksın, mecbursun buna.
Dünya yalnızca mutlu olunmak için var olmuş bir yer değil. Hiçbir zaman da olmayacak.
Çünkü insanı insan yapan yenilgileridir hep.
“Evin içinde evsiz hissetmek..”
“Hani biliyorsun dört duvar var etrafında adına ev diyorlar..”
“O olmayanlarıda kabul ediyosun etmek zorundasın çünkü..”
“Evin içindeki bu evsizliği..”
“Hayat hep devam eder..”
"Herkese veda ettim. Herkesi terk ettim. Her yerden gittim, kendimden kurtulamadım. Zihnimin içindeki seslerden, koltukta oturup karşı sandalyede kendimi izlemekten kurtulamadım."
"Gün bitince, herkes gidince ve sarılmak için uzandığın bütün kollar seni itince beni anımsa. Ayağına taş değmesin ama düş. Kaldırmak için uzanmayan her el benim."
"... ayçiçeği desenli tablo, artık biraz eğri. Sen olsaydın, düzeltirdik." Kaybetmenin acısını daha basit ama etkili tanımlayan çok az cümle okumuşumdur.
Genel anlamda çok güzel yazılmış bir metindi sadece sonlara doğru biraz fazla aynı nesneler üzerinden aktarılan bir acı vardı. Onun haricinde de okuması ve hissetmesi güzeldi.