Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bedriye Poyraz

0.0/10
0 Kişi
2
Okunma
0
Beğeni
338
Görüntülenme

Bedriye Poyraz Gönderileri

Bedriye Poyraz kitaplarını, Bedriye Poyraz sözleri ve alıntılarını, Bedriye Poyraz yazarlarını, Bedriye Poyraz yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
(..) Arif Sağ, Musa Eroğlu, Yavuz Top gibi belli başlı Alevi sanatçıların bir araya gelerek 1980’den sonra yedi albüm olarak gerçekleştirdikleri (Muhabbet Serisi) aslında bir bakıma Alevi müziğinin kamusal alana çıkışının miladı olarak kabul edilmektedir. Arif Sağ’a göre Muhabbet Serisi(nin) Türk Halk Müziğine ve Alevi müziğine bir takım önemli getirileri olmuştur. Bunlardan birincisi, halk müziğinin entelektüellerin, aydınların evine girmeye başlamasıdır. Sağ’a göre, Aslında Aydın ve entellektüellerin evine daha önce Türk halk müziği ve Alevi müziği Ruhi Su ile girmiştir. Bununla birlikte Ruhi Su, çok yetenekli, sesini çok iyi kullanan, Batı normları ile yetişmiş, opera eğitimini almış, dolayısıyla aldığı bu altyapı üzerine Türk halk müziğini okuduğu için aydınların zevkine seslenebilmesi çok normaldir. Bir anlamda Ruhi Su, halk müziğini klasik batı müziği ölçülerine göre okuduğu için Türkiye’deki entelektüellerin gerçekte hangi müziği dinledikleri tartışılabilir. Oysa Muhabbet Serisi ile Alevi Müziği, orijinal haliyle aydın ve entelektüellerin evine girebilmiştir. Aynı zamanda halk müziğinin birleştirici yönü vurgulanarak bu nedenle dostlukları güçlendirdiğini açıkça göstermiştir. Sağ, bu noktanın altını “Halk müziğinde itiraz vardır, kin yoktur. Aşk vardır ama pespayelik yoktur. Başkaldırı vardır ama düşmanlık yoktur” şeklinde çizdikten sonra Muhabbet Serisinin, diğer özelliklerini sorgulamaya devam etmektedir.
Sayfa 142Kitabı okudu
(...) Alevilik çalışmaları dendiğinde akla ilk gelen isim olan Türkolog Irene Melikoff, Feyzullah Çınar’dan çok etkilenmiş ve onu Fransa’ya davet etmiştir. Melikoff, tüm masrafları karşılayarak Çınar ile birlikte Paris, Bern, Basel, Berlin, Bonn gibi çeşitli Avrupa şehirlerinde konferanslara, radyo ve televizyon programlarına ve konserlere katılmıştır. Daha önemlisi 1971’de Strasbourg’da Chants Sacre d’Anatolie adlı uzunçalarının yayınlanmasını da sağlamıştır. Albümün bugüne kadar iyi satış yaptığını söylemek mümkündür, ama yine de kayıtlara geçmesi gereken diğer bir gerçekse bazı deyişleri nedeniyle Feyzullah Çınar’ın dört kez tutuklandığı, çöpçülük yaparak hayatını sürdürmek durumunda kalması ve trajik bir biçimde Kurtuluş Parkı’nı süpürürken hayata veda etmesidir.
Sayfa 138Kitabı okudu
Reklam
Aleviler tarafından saza Hz. Ali’nin ve onun ilkelerinin cismani/maddi temsili olarak özel, kuvvetli bir anlam atfedilir. Sazın gövdesi Hz. Ali’nin bedenini, sapı kılıcı Zülfikar’ı 12 tel ve bazen de perdeleri Şii İslamın 12 İmamını temsil eder.
Sayfa 126Kitabı okudu
Alevi müziği, Alevi toplumunu Şiilikten ayıran en önemli unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiç kuşkusuz bağlama, Aleviler için, hem ruhsal hem de politik gücün sembolü olarak olmazsa olmazlardandır. Bağlamaya olan saygı diye kutsal nesneler olan saygıyı benzemektedir. Genellikle bir kılıfın içinde yüksek bir rafa konur ya da duvara asılır. Bir müzisyen bağlamayı cem töreninde töreni yürüten dedeye sunarken öper. Bunun ötesinde bağlama bir “silah” olarak görülmektedir. Bu bağlamda Pir Sultan Abdal’ın bağlamalı resmi adeta bir sembol haline gelmiştir.
Bir çok marjinal kültürde rastlandığı gibi, Aleviler de müzik ve şarkı söylemenin en etkili örneğini oluşturur. Bu sayede, böylesi kültürlerin bir çok özelliği rüzgara kapılıp gitse de müzik topluluğun elde kalan ve Aleviliğin rumuzu ve en sağlam kaynak olarak yaşatılmaktadır. Alevilerde müziğin, simgesel işlevlerinden de öte, erkanda oynadığı etkin rol açısından değerlendirilmesi gerekir. Bu işlevin değerini anlamak için, erkanın repertuarındaki bazı türlerin yüzyıllar boyunca sır olarak tutulmuş, bu inanca sahip olmayanlardan saklanmış oluşunu düşünmek yeterlidir. Kısa bir süre önce bu parçalar üzerindeki gizlilik perdesinin kaldırılışı ise, belki de Alevilik biçimini yeni bir çağın koşullarında yeniden canlandırabilme niyeti olabilir. Bu alanda emek veren önemli otoritelere göre, halk aşıklarının yüzde 90’ı Alevi kökenlidir. (..) Alevi-Bektaşi türkülerinin Anadolu geleneğinin en otantik biçmine sahip olduğu ve özgün içeriklerini önemli ölçüde korudukları düşünülür.
Sayfa 124Kitabı okudu
Kürt ya da Türk Alevilerin ulus yönelimli tartışmalarında, ortak simgelerin etnik ayrımlara göre bölünmesi eğilimi görülmektedir. Böylece, Aleviliğin evliyası olan Hacı Bektaşi Veli, aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin de evliyası olarak ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, Alevi kimliğinden önce Kürt kimliğinin geldiği konusunda ısrar edenler de kendilerine simge olarak 16. yüzyılda yaşayan isyancı ozan Pir Sultan Abdal’ı referans almaktadırlar.
Sayfa 106Kitabı okudu
Reklam
Heterodoks, senkretik ve gnostik bir öğreti ve bununla ilişkili bir pratik olarak Aleviliğin “intikamcılık ya da tarihsel telafi “ türetebileceğimiz bir zemini, mirası yoktur. Telafi etmek üzere harekete geçeceği kayıp Altın Çağı, önüne bu anlamda örnek diye koyabileceği siyasal bir kahraman, siyasal bir şehidi, özetle siyasal bir referansı yoktur. Bu nedenle de mazlumiyet söylemi, bir güç istemi ya da iktidara eklemlenme stratejisi ise Aleviliğin bunu gerçekleştirebilecek bir birikimi ya da özelliği yoktur. Üstelik böyle bir ilişkilendirme biçimi Aleviliği iki yola götürür. Bunlardan ilki, iktidara eklemlenme çabası için gerekli olan donanım gerçekte ortodoksiden başka bir şey değildir. İkincisi ise Aleviliğin tamamen paralize olmasıdır.
Melikoff, Anadolu’da Bektaşi ve Alevi tarihsel ayrışmasını yaptığı çalışmasında (...), Bektaşileri tekkelerde yerleşik hayat yaşayanlar, Alevileri de göçebe ya da yarı göçebe hayatı yaşayanlar olarak ayırmaktadır.
(...)Yalçınkaya, Aleviliği okumaya çalışan her girişimin, Aleviliğin en önemli üç temel özelliğini gözden kaçırmaması gerektiğinin altını çizmektedir. Bunlar, kuşkusuz heterodoks yapısı, gnostisizmi ve senkretizmidir. Araştırmacının, Alevilik için önerdiği konum, Devlet ve her türden ortodoks inanç sistemleri karşısında heterodoks niteliğini; kendi kimliğinin altını ısrarla çizmesi ve yeniden üretmesidir. Bunun için gnostik niteliğini ve belirli tanımlar üzerinden kurulan bir dünyaya hapsolmayı, yalnızlığı, yetinmeciliği ve bire kadar kırılmayı reddediyorsa dünyanın tüm lanetlileriyle dayanışmak için senkretik niteliğini yeniden yeniden anımsamak zorundadır.
Ayhan Yalçınkaya, Aleviliğin sözlü bir gelenek olması(nın) yazılı belgelerinin olmadığı ya da yetersiz olduğu anlamına gelmeyeceğini de vurgulamaktadır. Ancak yazının sınırlandırıcılığından, biricikliğinden farklı olarak sözün çoğullaştırıcılığı, sınırsızlığı, yazının hakikati bütün anlara yayışı, yazının yazıyla kavgasından ve yazıyla tamamlanmasından farklı olarak, sözün sözle diyalogu ve asla tamamlanmayışı yazının putundan farklı olarak, sözün hakkının önemli olduğunu vurgulamaktadır. Dedelerin, ozanların bütün büyüleyici gücünün dünyayı sözlü ve sözlü okumalarından ve daha da önemlisi bu okumalarının kendi tekellerinde olmadığının bilincinden gelmektedir. Öyleyse asıl olan sözü diriltmektir. Bu anlamda Yalçınkaya’nın en önemli savlarından birisi, Aleviliğin başından beri yeniden inşa olduğudur.
Reklam
Gösteri modelinin ekonomik düzeni ve politik kurumları altüst etmesi gibi, kayıt modeli de bütün sosyal bakış açılarının yerinden oynamasına neden olur. Müzik, artık ne kutsallık ne de gösteri ihtiyacını karşılamaktadır. Bir kimlik ihtiyacına dönüşmüştür.
Beyaz ataerkil kapitalizm, ekonomik, cinsiyet ve ırk esasına dayalı egemenliğine rağmen, öznelerin düşünüşünü ve kültürünü tektipleştirmeyi başaramadı. Aslında toplumlar uzlaşmaz bir biçimde farklıdırlar. Bu farklılık çeşitli tektipleştirme stratejilerine karşın, popüler ve kültürel güçler tarafından muhafaza edilmektedir. Kuşkusuz kapitalizmin farklılığa gereksinim duyduğu gerçeği gözardı edilemez. Ancak bu farklılığın denetim altına alınmış, üretim tarzının ihtiyaçları tarafından belirlenip sınırlandırılmış bir farklılık olması gerekmektedir.
Alevi müziğinin popülerleşip metalaştığını mı, yoksa yüzyıllarca zulüm edilen bir toplumun çığlıkları olarak mı bakılacağı konusu, o kadar da kolay ve basit değildir. Bu anlamda Flâmenko’ya baktığımızda, gerçekliğini daima kendisini performansta var eden, mütemadiyen doğan bir gerçeklik olarak gören tavırdır. Bir sonraki her performans öncekilerin tümünü yeniden yapılandırr. Bir melodi veya şarkı sözü ya da ritim, daha önceki sanatçılardan miras kalmış gibi gözükse de, her icra edilişte değişime uğrar. Üretildiği ve seslendirildiği her yeni bağlamda ve bağlam aracılığıyla yeniden yaratılır. Yani müzik, her bir anı, içerisinde oluştuğu karmaşık durumlarda saklı imalı bir diyalogu sürdürür.
Adorno, meta fetişizminin yaygınlığını, sadece ticari cangıllar, radyo ve filmlere alt yapı niyetine müzik döşenmesi ile değil, “ciddi müziğin “ de endüstri için bu biçimde reklamlarda, radyolarda, filmlerde kullanılmasıyla örneklendirmiştir. Müziğin tamamen metaya dönüştüğünü gösteren Adorno, bu gelişmenin sonucunu kültürün şeyleşmesi olarak saptar. İçi, niteliği tümüyle boşaltılan geriye sadece cansız kabuğu kalan kültür, bireyin yok edilmesi ve totaliterliğe açık olmayı getirir. Bir başka deyişle dinleyici, programlanmış standartlaşmış şeyleri algılayıp ancak bu biçimde düşünecek hale gelir ve teknoloji güdülüp yönlendirme amacına hizmet etmek üzere kullanılır.
(Adorno’ya göre) endüstri tarafından bir yıldız kültü yaratılmakta, müziğin niteliği yerine yıldızların isimleri satılmaktadır. Sadece yıldız ismi de değil, yapıt ismi, düşünce, ses, enstrüman kült değeri kazanmaktadır. Böylece sanat eski kült niteliğine gerilerken, tapınma değeri için satın alınmasıyla da metalaşmanın parçası olarak fetiş karakteri edinmektedir.
16 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.