Saat 01.59... Sokaktasın ve evine doğru yürüyorsun. Elinde ne zamandır aradığın ama hala bulamadığın bir aşkın boşluğu var. Mağazaların önünden geçerken gözün vitrindeki mankenlere takılıyor. Hepsinin bakışlarını bana benzetiyorsun. Hepsi çıplak. Sanki hepsi bir eliyle, diğer elinin arasına adresini tutuşturuyor. Sanki camları kırsan hepsi koşup sarılacaklar sana. Sonbahar-Kış sezonunda hayat ne kadar yalnız değil mi?
Artık evindesin. Yatağında ne zamandır karşılaştığın ama açmaya cesaret edemediğin ayrılığın cüzdanı duruyor. İçinde sana son kez 'hala buradayım' diyen akşamın fotoğrafı var. O akşam suya düşürdüğün için bozulan ve bir daha hiç çalışmayan hayallerin seni korkutmuş olmalı, yağmurluğunu giyip yatağının içine giriyorsun. Sağına doğru döndüğünde beni bir kez daha hatırlıyorsun... 'Acaba kiminle uyuyor şimdi' diye soruyorsun. 'Ya tek başınaysa, ya üstü açık kaldıysa, ya uyurken ışıklar kapanırsa, ya ilacını almayı unuttuysa..
Ağlıyorsun. 'Artık ben de yalnız kalmaktan korktuğumu, tek başıma uyuyamadığımı, yatağın içinde de hayattaki gibi kaybolup kendimi bulamadığımı söylesem, benim için kapıyı çalar mıydı?' diye susuyorsun.
Beni bulmana imkan yok, çöplükteki bir eldivende çürüyor parmak izlerim. Ziyaretçi kimliğine kapanırken gözlerim, tanıdık gelmeyen bütün imgeler sınır dışı kalıyor.