Onu, yaşamını benimle sürdürmeye zorlayamadım, çünkü onu seviyordum. Onu sevdiğim için ona fazla yaklaşamazdım. Onu İstemek ikiyüzlülüktü; onun yaşamına bir borç yüklemekten başka bir şey değildi. Gitmesine izin vermek, ona özgürlüğünü vermekti. Üstelik, yüreği bir kez yumuşayan kişinin bir daha acımasız gerçeklikle yüzleşecek kadar güçlü olamadığını biliyordum. Çok şey görmüştüm. Gerçekliğin, erkekleri yerden yere vurup yok ettiğini görmüştüm. Onlar, yumuşak olanlardı. Onlar neyin 'doğru' olduğu konusunda kafa yormuş ve aşık olmuşlardı.
Aşk, kültürün dışavurumudur. Kültürün olmadığı bir yer, kültürden yoksun biri, aşkın olanca inceliğinden de yoksundur. Geriye yalnızca o ilkel, bedensel zevk kalır.
"Cinsler arasında gerçek eşitliği hala sağlayamadık, özgürce evlenme aşamasına hala gelemedik. İşte bu yüzden okuyorum. İnsanlar arasındaki eşitliğin nasıl sağlanacağını öğrenmek için."
İnsan olmak için kişinin o aralıksız değişimi dingin bir kararlılıkla karşılaması, değişimin hiç sona ermemesini umarak olmuşlara ve şu anda olanlara karşı çıkması gerekiyordu.
Elimi kolumu bağlayan şey, içimdeki acılıktı belki; belki de utançtı -geçmişle ilgili bir şeyi gizleme isteğinin utancı. Kişinin en büyük düşmanı kendisidir genellikle.