Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Coşkun Telciler

Coşkun TelcilerBeni Unutmayın yazarı
Yazar
7.4/10
4 Kişi
10
Okunma
1
Beğeni
1.238
Görüntülenme

Coşkun Telciler Gönderileri

Coşkun Telciler kitaplarını, Coşkun Telciler sözleri ve alıntılarını, Coşkun Telciler yazarlarını, Coşkun Telciler yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
231 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
Kitabın ismini görünce kitaba ön yargım oluştu öncelikle sonra kitabın arka kapağını okuyunca ilgimi çekti ve kitabı aldım. Kitapta başı ortayı ve sonu olarak nasıl devam edecek merak ediyordum. Okumaya başladım ben biraz farklı bir yorum bekliyordum yargılamada cevap veren Atatürk olsaydı daha iyi ve sürükleyici olurdu demedende kendimi
Atatürk Yargılanıyor
Atatürk YargılanıyorCoşkun Telciler · Kum Saati Yayınları · 20086 okunma
İzmir iktisat kongresi açılış konuşması
Bugün mevcut olan fabrikalarımızda ve daha çok olmasını temenni ettiğimiz fabrikalarımızda kendi işçilerimiz çalışmalıdır. Müreffeh ve memnun olarak çalışmalıdır. Ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır. Ve hayatın lezzet-i hakikisini tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsin.
Sayfa 193Kitabı okudu
Reklam
İzmir iktisat kongresi açılış konuşmasından
Binaenaleyh evlatlarımızı O suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara bu suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, âlem-i ticaret, ziraat ve sınaatte ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar, müessir olsunlar, faal olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar.
Sayfa 193Kitabı okudu
Bu plan uyarınca, Dokuma Sanayi, Maden Sanayi, Kâğıt ve Selüloz Sanayi, Toprak, Seramik ve Kimya Sanayi olarak beş grup altında toplanan sanayi dalları çerçevesinde, 1934 yılında Kayseri ve Bakırköy bez fabrikaları, 1935 yılında Isparta Gülyağı ve Paşabahçe Şişe Cam fabrikaları, 1936’da İzmit Kâğıt Fabrikası, 1937’de Ereğli ve Nazilli bez fabrikaları, 1938’te Gemlik suni ipek ve Bursa Merinos Fabrikası, 1939'da Karabük Demir Çelik Tesisleri kurulmuştur. 1929 - 39 yılları arasında dünya sanayi üretimi % 19 artarken, Türkiye'de % 96 artmıştır. Bu gurur verici bir başarıdır.
Sayfa 156Kitabı okudu
Tarihçi Prof. Dr. Carther Findley, modelin özgün olduğunu ve Türkiye'yi o dönemde yaşanan ekonomik krizin dışında tuttuğunu ve SSCB ve Japonya'da bile görülmemiş bir kalkınma hızına erişildiğini yazar. Bu dönem doğal olarak "planlı" bir dönemdir. Beş yıllık kalkınma planları hazırlanmış ve bunlara uymaya gayret edilmiştir. Planlı döneme geçişin amacı, bir an önce sanayileşmenin gerçekleştirilip, geri kalmışlık zincirinin kırılması idi. “Birinci Beş Yıllık Sanayi ve Kalkınma Planı" 1934 yılında, Atatürk'ün katkılarıyla hazırlandıktan sonra devreye sokulmuştur.
Sayfa 156Kitabı okudu
Ülke baştanbaşa yıkılmış durumdaydı. Bu en önemli sorun değildi. Daha kötüsü okumuş, bilgili adam yoktu. Üniversite mezunlarının çoğu savaşlarda şehit olmuşlardı. Çünkü vatanı kurtarmak için en önde bu aydınlık insanlar savaşmıştı. Ticaret, sanayi tamamen gayrimüslimlerin elindeydi. Emperyalist ülkelerle işbirliği içinde olan bu kesim, kendi ülkesine ihanet etme pahasına zenginleşmişti. Türk burjuvası yoktu. Türk sanayicisi yoktu, girişimci yoktu.
Sayfa 153Kitabı okudu
Reklam
Basım yılı 2008
Özelleştirme ise tam anlamıyla yağmaya ve yabancılara stratejik öneme sahip Türk şirketlerinin peşkeş çekilmesine dönmüştür. Ofer gibi karanlık şahıslarla otel odalarında yapılan pazarlıklar, Türk Telekom gibi dev ve stratejik açıdan çok önemli şirketlerin kasalarındaki paradan daha az bir fiyata ve taksitle özelleştirilmeleri Türk ulusu gözünde yapılanların doğru olmadığı fikrinin doğmasına yol açmıştır. "Babalar gibi satarım." sözü, bir devlet adamının söylememesi gereken bir sözdür. Türk bankalarının, karşılıksız olarak Yunanlılara satılması işin vahametini artıran bir başka sorundur. Türkiye, Yunanistan'da bir banka şubesi bile açamazken, Türk bankalarını Yunanlılara satmak gaflet ve delalettir. Kısaca, özelleştirme olması gereken konumdan çıkmış yandaşlara peşkeş, yabancılara ziyafet hâlini almıştır. Türkiye'nin geleceği düşünülmeden, bugünü kurtarma kaygısıyla bir mirasyedi gibi varımızı yoğumuzu yabancılara ve yandaşlara “babalar gibi" satma amacı güdülmektedir.
Sayfa 134Kitabı okudu
Sistem şöyle işlemektedir: Dışarıdan gelen yatırımcı, dolarını Türk Lirasna çevirmektedir. Bu Türk lirasıyla Hazine tahvili almaktadır. Hazine tahviline çok yüksek faiz uygulandığı bilinmektedir. Dünyada en yüksek faizi bizim Hazinemiz vermektedir. Bir yıl parasını Hazine bonolarında tutan yabancı yatırımcı, dönem sonunda elindeki Türk lirasını tekrar dolara çevirmekte ve ülkeden ayrılmaktadır. Yabancı yatırımcının kâr etmesi için gerekli koşul, dövizin Türk lirası karşısında yükselmemesidir. Eğer Türk lirası değer kaybederse, yabancı yatırımcının kârı düşecektir. Bu nedenle dolar devamlı surette düşük tutulmaktadır. Yabancı yatırımcı, dünya üzerinde hiçbir yerde kazanamayacağı parayı Türkiye'de kazanabilmektedir. Böylece yabancının yararına, Türk milletinin soyulmasına dayalı yalancı bir "saadet zinciri" kurulmuş ve Türk milletinin zararına olarak çalışmaktadır. Yabancılar için gerçek bir "cennet" olan bu uygulamalar sonucu ülkenin geleceği ipotek altına alınmış olmaktadır.
Sayfa 134Kitabı okudu
...2002 yılından beri sürekli büyüdüğümüz öne sürülmektedir. Fakat geniş halk kitleleri nedense bu büyümeyi hissedememektedirler. Büyümeyi sağlayan unsur, basit bir matematik oyunundan ibarettir. Bunu kısaca açıklayalım: Büyüme rakamları dolar olarak verilmektedir. Türkiye'de bir yılda üretilen tüm mal ve hizmetler Türk lirası üzerinden hesaplanmakta, sonra dolar kuruna bölünerek, GSMH rakamları bulunmaktadır. Matematikten şunu biliyoruz ki, payda büyürse sayı küçülür, payda küçülürse sayı büyür. 2002 yılında dolar yaklaşık 1,5 YTL idi. Şimdi yaklaşık 1.3 YTL civarında. Yukarıda Türk lirası üzerinden hesaplanan rakam dolara bölünerek GSMH'yi verir demiştik. Dolar değeri paydadır. Payda küçülürse sayı büyür demiştik. İşte ekonomistlerin büyük mucizesi burada ortaya çıkıyor. Paydayı yani döviz kurunu düşük tutarak, sayıyı yani GSMH değerini büyük gösteriyorlar. İşte büyümenin gerçek nedeni ve Türk halkının neden büyümeyi hissedemiyorum demesinin mantığı bu kadar basit...
Sayfa 133Kitabı okudu
...Hitler'in Almanya'da iktidara gelmesi, İtalya'da Mussolini'nin savaş davulları çalması sonucu Avrupa'da savaş rüzgárları sert esmeye başlamıştı. Almanya’nın Avusturya ve Çekoslovakya'yı ilhak etmesi üzerine, İngiltere ve Fransa gözlerini Ortadoğu'dan ayırıp Almanya ve İtalya üzerine yoğunlaştırdılar. Bu durumdan yararlanan Atatürk, usta politikacı olduğunu ispat ederek Montrö Antlaşması ile Boğazlar'ın güvenliğini sağlamış, Hatay'ı da Türkiye'ye katmayı başarmıştı. Yaşasaydı Musul ve Adaları da Türkiye bağlamak istiyordu. Belki de bunu da başaracak ve Türkiye'den zorla ayrılan bu talihsiz topraklarda Türk bayrağı dalgalanıyor olacaktı...
Sayfa 119Kitabı okudu
Reklam
... Atatürk bu arada önce Mersin'e gelerek burada yaptığı konuşmada Hatay'ın Türk olduğu ve Türk kalması gerektigini bildirmis, daha sonra Adana'ya giderek buradaki askeri manevraları izlemiştir. Bunun amaci Hatay konusunda Türkiye'nin güçlü ve kararlı olduğunu göstermek suretiyle, Hatay'ın Türkiye katılmasını engellemek isteyenlere gözdağı vermekti. Atatürk Hatay konusunda: "Bizim ordumuz káfidir. Söz veriyorum, icap ederse girerim ve sonra yine çıkarım. Temenni ederim buna mecbur olmayalım. Bu mesele benim için namus meselesidir Biz orayı muhabere ile kaybetmedik. Bize verin demiyorum. Bu meseleyi halledeceğiz. Bu namus meselesidir. Bunun için en büyük tehlikeyi bile göze aldım." demiştir. Musul’un da aynı durumda olduğunu düşünürsek, eğer yaşasaydı Musul'u da Türkiye'ye katmak için çaba göstereceği kesindi...
Sayfa 118Kitabı okudu
Bu arada Türk kamuoyunda o zamanlar görülen ilginç bir yaklaşımı aktarmamız gerekiyor. Türkiye'de Musul nedeniyle istikrasızlık olduğu, bu nedenle Musul sorunu çözülürse oluk oluk yabancı sermaye geleceği iddia edilmiştir. Yani Musul'u verirsek kurtulacağız, yabancı sermaye Türkiye'ye gelecek, bu sayede çalışmadan köşeyi döneceğiz mantığı o devirlerden gelen zehirli bir yalan. Aynı görüşü günümüzde Kıbrıs içinde söyleyenler var. "Kıbrıs'ı verelim ne olacak? Kibrıs sırtımızda kambur, verelim, hidayete erelim." diyenler var. Allah onları islah etsin demekten başka yapacak bir şeyimiz yok. Sonuç olarak, Türkiye 1952 yılına kadar Musul petrollerinde %10 payını almıştır.
Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa'ya isyanı bastırma emri verilmiştir. Nasturileri bozguna uğratip, kaçmalarını sağlayan Türk kuvvetlerinin üstüne İngiliz uçakları tarafindan ateş açılmıştır. Cafer Tayyar Paşa sınırı geçip Musul'a doğru ilerlemek istemiş ama Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak kendisine bu izni vermemiştir. Cafer Tayar Paşa'ya istediği izin verilseydi, tarih şüphesiz daha farklı yazılmış olacaktı. Ya İngilizleri yenip Musul'u alacaktık ya da Ingilizler bizi yenip bağımsızlığımıza tekrar son vereceklerdi. Türk Genelkurmayının bu riski alamadığı görülüyor.
O zamanki Türkiye'yi düşünürsek, bir Meclis vardı, Mecliste de halkı temsil eden her sınıftan insan vardı. Diyebilirim ki, şu an özgür seçimler yapılıyor, partiler belli programlarla, adaylarla halkın karşısına çıkip oy istiyorlar ve sonuçta bir Meclis oluşuyor ama 1920'lerdcki Mecliste şu 2000'li yıllardaki Meclisten daha çokca, muhalif ses çıktığına eminim. Şu an Mecliste kaç parti varsa. o kadar görüş var. Milletvekilleri, genel başkanlarının her dediğini onaylamak zorundalar, karşı çıkamazlar. 1920'lerin Meclisinde ise, kaç tane milletvekili varsa o kadar farklı ses çıkıyordu. Her milletvekili her konuda kendi görüşlerini söyleyebiliyordu. Şu Meclis mi daha demokrat, o Meclis mi daha demokrat derseniz, 1920'lerin Meclisi daha demokrat diyebilirim. O Mecliste halkın gerçek temsilcileri yer alıyordu. Din adamından askerlere, esnaftan köylüye kadar her sınıftan insan vardı. (Sınıf derken Modern işçi sınıfinı ve burjuvaziyi kastetmiyoruz tabii ki.)
17 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.