Toplum, bir söylemler hiyerarşisidir. Bu hiyerarşiler, söylemlerin inşa ettiği hiyerarşilerdir. Sosyal hiyerarşiler, hiyerarşik söylem yapılarına, söylem hiyerarşileri ise, cümle, konuşma veya metinler düzeyindeki hiyerarşilere dayanır.
Konuşma eylemi, bir dil davranışıdır. Bu sebeple de kurallarla birleşir. Söylemin kullanımına bağlı bir şekilde ortaya çıkan konuşma eylemleri, kuralları gerekli kılar.
Dil pratiğinin mevcudiyeti, sadece anlatımlar ve beyanlar şeklinde anlaşılmamalıdır. Söylem, dil pratiğinin ifşa edilmediği anda da bir söylem olarak kabul edilir: Buluşlar, kültürel yenilikler, yeni davranış biçimleri, yeni düşünce biçimleri, vs, zamana aykırılıkla reddedilse bile, uzunca bir süre sessizce yaşamaya devam eder. Böylece, sessizlik veya sükut da birer söylemdir. Kültürel ve siyasi olarak baskı altında bulunan topluluklarda olduğu gibi, baskı devam ettikçe sessizlik devam eder, ancak bu onların varlıklarının olmadığı anlamına gelmez.
Subjektivite, nesnelerin değil, anlamların altını çizer.
Anlam, diyalog sürecinin ürünüdür; nerede bir şey söyleniyorsa, orada söylemsel bir süreçten ya da söylemsel bir süreklilikten söz ediliyordur.
Söylem alanı bir "belirsizlik" alanıdır; bu belirsizlikte ikamet eden varoluş tarzları, dil ve insandır: Kendileri de belirsiz olan açık uçlu "dil" ve "insan." Birer belirsizlik alanı olarak söylem/ler, dilde ve insanda hayat bulur.