Temel geometriyi öğrenmiş olan herkes onun tümdengelimli bir bilim kolu olarak öğretildiğini anımsayacaktır. Temel geometri, teoremleri gözlemlerle uyum içinde olsa da, deneye dayanan bir bilim olarak sunulmamıştır. Bir önermenin açık mantıksal kanıtlamaların bir sonucu olabileceği anlayışı, "aksiyomatik yöntem" diye bilinen yöntemi bulan ve bu yöntemi dizgesel bir biçimde geometriyi geliştirmek için kullanmış olan Eski Yunanlılara kadar geri gitmektedir. "Aksiyomatik yöntem", bazı önermelerin kanıtlanmaksızın aksiyom ya da postulat olarak kabul edilerek (Örneğin, "Bir noktadan başka bir noktaya ancak bir tek doğru çizilebilir" aksiyomu), dizgenin diğer tüm önermelerinin bu aksiyomlardan teorem olarak türetilmesidir. Aksiyomlar dizgenin "temellerini" oluştururlar; teoremler de "üstyapıyı" oluşturur ve mantık ilkelerinin yardımıyla aksiyomlardan elde edilirler.
Eukleides-dışı geometrilerin ortaya çıkması hem bilgi felsefelerini alt üst etmiştir, hem de matematikte asıl önemin içerikten önce biçime verilmesi gerektiğini öne çıkarmıştır. Nitekim Eukleides-dışı geometrilerden sonra, kusursuz bir biçimselliğin sağlanması arı matematiğin en önemli konusu oluyor ve aksiyomların içerik olarak doğru olma fikri, yerini, biçimsel olarak tutarlılık fikrine bırakıyor.
Matematikte asıl önemin içerikten önce biçime verilmesi gerektiği fikrinin, XIX. yüzyılın sonlarına doğru tüm sanatsal ifade biçimlerindeki soyuta ve biçime yönelmeyle de ilişkilendirilebileceğini sanıyorum. Matematikte biçime verilen önemle, "matematik için matematik" yapmakla, "sanat için sanat" yaklaşımı arasında bir koşutluk kurulabilir. 1870'lerden sonra şiirde, plastik sanatlarda ve müzikte ortaya çıkan içerikten önce biçime yönelen soyut ifade biçimleriyle, matematikte ve bilimsel yaklaşımda öne çıkan anlayış değişikliği bir bütün olarak değerlendirilebilir..
Gödel'in çalışmasından çıkan genel sonuç matematiğin mutlak sınırlarının çizildiği anlamına gelmiyor. Kendisi de bir Platoncu Gerçekçi olan Gödel'in açısından değerlendirerek şu yorum getirilebilir: Eğer matematiksel nesneler bizim tanımlarımızdan ve inşamızdan bağımsız olarak varsalar, matematikte karar verilemezliğe, tam olmamaya neden, matematiğin kendinden, kendi nesnelerinden gelen bir şey olmayabilir. Sorun bizim matematiğin nesnelerini aksiyomatikleştirmemizdeki sınırlardadır.
Gödel'in ulaştığı sonuç iki yönlüdür. İlkin tüm aritmetiği kapsayacak ölçüde kapsamlı bir dizgenin tutarlılığının üst-matematiksel bir kanıtlamasını vermenin olanaksız olduğunu göstermiştir...
Gödel'in ulaştığı ikinci ana sonuç daha da şaşırtıcı ve devrimcidir; çünkü aksiyomatik yöntemin gücü için temel bir sınırlandırma olduğunu kanıtlamaktadır. Gödel, Principia'nın veya içinde aritmetiği geliştirilebileceği herhangi bir dizgenin özsel olarak tamamlanmamış olduğunu göstermiştir.
Şu anda okuyacağınız bu incelemeyi beni yazmaya iten iki sebep bulunmakta. Birincisi ilk duyduğum zamanlar oldukça ilgimi çeken bir teoremin ispatına ilişkin yazılara ve kitaplara bakarak bu kitabı bulmam ve beğenmiş olmam. İkincisi ise az sonra…
“Gödel Kanıtlaması” adından da anlaşılacağı üzere Kurt Gödel’in 1931 yılında yayımlanan makalesine
Gödel kanıtlamasının üzerine yazılmış anlaşılır bir kitap yorumlaması bazı yerlerde yetersiz kalıyor fakat biçimsel dizgenin tutarlılığını, bu dizgenin içinde kanıtlanamayacağını da kanıtlamasını harika ele alıyor. Genel olarak çürütme ve yerini doldurma üzerine ilerleyen bir süreç.