"Çocukluğumda matematiğe karşı özel bir tutkum olduğunu hatırlamıyorum; matematik mesleği hakkında da pek yüce şeyler düşünmezdim. Matematiği sınavlar ve burslarla ilgili bir şey olarak algılardım. Öteki çocukları yenmek istiyordum; matematik de bunu gerçekleştirmemin en kısa yolu gibi görünüyordu."
Einstein, manevi olgunluğuna ulaşmadan önce, dış dünya ile ilgili konularda güçlü egosunu alt etmek zorunda kalmıştı. Hardy'nin ise yeterince güvencede olmayan bir egoyu güçlendirmesi gerekiyordu. Bu durum onu daha sonraki yıllarda, moral konumunu ortaya koyması gerektiği bazı zamanlar, kendisini zorla kabul ettirmek zorunda bıraktı. (Bu Einstein için hiç söz konusu olmamıştı.) Öte yandan yine aynı tavır ona, kendisi hakkında tam bir açıklılıkla konuşabilmesini sağlayan iç dünyasını tanıma ve o güzel içtenlik özelliklerini de kazandırdı. (Einstein bunu hiç yapmamıştı.)
... Fakat tanrıya ve tanrının vekillerine karşı savaşta zafer hep aynı tarafın olmazdı. Aynı günlerde Fenner'de, sakin ve güzel bir mayıs akşamı kilisenin saat altı çan sesleri etrafa yayılıyordu. Hardy "Hayatımın en mutlu bazi saatlerinin bir Katolik kilisesinin çan seslerinin duyulduğu bir yerde geçiyor olması ne talihsizlik!" dedi.
Einstein ve Rutherford gibi büyük bir dahi değildi. Deha diye bir şey varsa, kendisinin kesinlikle bir dahi olmadığını her zamanki açık sözlülüğü ile belirtirdi. Kendisinin, en iyi olasılıkla, kısa bir süre için dünyanın beşinci en iyi pür matematikçisi olduğunu söylerdi. Kişiliği de beyni gibi güzel ve duru olduğundan, çalışma arkadaşı ve dostu Littlewood'un kendisinden bariz ölçüde daha güçlü bir matematikçi olduğuna, himayesindeki Ramanujan'ın da gerçekten (aynı kapsam ve etkinlikte değilse de) en büyük matematikçilerinki gibi doğal bir dehaya sahip olduğuna her zaman dikkat çekerdi.