Artık kabul edin ki aşk sevişmelerin güzel adlandırması olmuş bu dünyada.
Ama etik kaygısı olmayan hiçbir aşka yer verilmez edebiyatta, erken yaşlananların ülkesinde,
Kısa vadeli yalnızlıklara da yer yoktur orada, kısa vadeli acılara.
Ve orada erken ölme telaşına kapılmak da bir suçtur ayrıca, cezası ölüm olan.
Aşıkların çektiği acıya bir de faiz işleniyor orada han'fendi.
Ve bilmemizi isterim ki sevdalarla hemhâl olanların yurdunda hüzün hayatın başkentidir.
Yalnızlık ki duyguların en acemisidir- dalgalanır bu yurtta bir bayrak gibi
Bu duygu cehennemin alın teri gibi/sanki.
Hem siz herkesin bildiğini sandığı ama çok az kişinin
yaşadığı o acının rengine büründünüz mü han'fendi?
Çünkü insan sevince nasıl olur bilirim han'fendi.
Ulaşılamaz dağlar yüksekliğince, sonu gelmez okyanuslar derinliğince, uçsuz bucaksız gökler genişliğince bir boşluğa düşüyor insan.
Durgun bir boşluğa...
Sizsiz bir mülteci gibi duruyorum yaşanacak günlerin orta yerinde.
İçimde garip ve yabancı bir dille konuşan bir insan var.
Kalbim dahi tercümanlık edemiyor bilincime.
İlk defa kendime bu kadar yabancı düştüm.
Ve ilk defa bu kadar sarhoş gezer oldum bilmediğim sokaklarda sen'li kendimle.
İşte yine size gönderip karşılık alamayacağım mektubuma başlıyorum, size yazmayalı nasılsınız han'fendi?
Beni merak etmezsiniz gerçi ama aynıyım (yani eskisi gibi). varlığınız o denli ağır ki kıpırdayamıyorum yerimden.
Ben de oturdum günleri saymaya başladım: bir, iki, üç, dört... diyerekten.
Ve asırlar saydım her saniyesine hüzün banmış bir gönül saatinden.
-o Saati de âşıklar takar, hani bilmezseniz diye söylüyorum. Bazen bir anın bir asra sığmadığını gördüm bir gün içinde binlerce kez.
Ama en çok da geceler sabaha yenik düşmeye yakınken yakalandım o ana ben.
Hem siz, bir sevda kaç asır çeker bilir misiniz
han?'fendi?