Bi bakıma Adem'in cesedinin yaratılması zâhirî suretini, ruhunun yaratılması da bâtınî suretini yansıtır. Bu görüş açısından bakılırsa yalnızca insan Hakk'ın gerçek suretidir. Daha doğrusu; mutlak varlık olan Allah, kendisini isim ve sıfatlarıyla, hem zâhir hem de bâtın olarak meydana çıkartıp gösterdiği bir tecelligah/görünme yeri olarak yalnızca Adem'i seçmiştir. Bütün bu özelliklerinden dolayı, Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi/halifesidir.
Adem'in yapı taşı âlemin yapıtaşıyla aynı özellikler sergiler: hava, su, toprak ve ateş. İşte bu dört unsur her iki âlemin de yapı taşıdır. Bu nedenle dış dünyada var olan her şeyin insanda bir karşılığı mutlaka vardır.
Evet bütün bu bilim adamlarını ve yaptıklarını araştırma ve buluşları öğrendikten sonra bugün, çoğu geri kalmış ülkeler arasında sayılan İslam toplumlarının geri kalmalarını İslam'a bağlamak ne kadar kötü ve bahtsız bir hatadır.
Peki ama neden 14. yy'dan sonra İslam alemi bilimsel alanda geri kaldı? Neden Ortaçağ Avrupası Rönesans ve Reform hareketlerini başlatıp bilimsel alanda dev adımlar atarken İslam alimleri bilimsel konulardan elini eteğini çekti? Bu soruların cevabını verebilmek için ayrı bir araştırma gerektirir. Ancak bizim burada vereceğimiz tek cevap, 14. yy sonrası yetişen İslam alimleri Kur'anı Kerim'de ısrarla vurgulanan ilmin, yalnızca din bilimleri olan Kur'an hadis kelam akaid... ve tasavvuf olduğunu; diğer matematik fizik kimya tıp... ve astronomi gibi bilimlerin Kur'an da bahsedilen ilimle ilgili olmadığını İslam alemine dayatmalarıdır.
Akşemseddin "Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülmeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar(mikrop, bakteri) vasıtasıyla olur." diyerek Pasteur'dan yaklaşık 400 sene önce mikropların varlıklarını keşfeden ilk kişi olmuştur.
Dış dünyaya ait tüm bilgiler bize beş duyumuzun aracılığı ile ulaşır. Bu dünya, gözümüzün gördüğü, kulağımızın işittiği, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı ve elimizin dokunduğu bir dünyadır.
İnsan dış dünyayı ancak bu duyguların tanıttığı şekli ile tanır. Oysa algılarımız üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar, dış dünya dediğimiz kavram hakkında bugüne kadar sanıldığından tümüyle farklı bir şeklini ortaya koymuştur. Yani madde, aslında beynimizde yorumlanan elektrik sinyallerinden başka şeyler değildir.
Öyleyse gerçek olan varlık nedir?
Maddeyi mutlak varlık sanan büyük bir yanılgı içerisindedir. Gerçek olan varlık ruhtur, madde ise sadece ruha hissettirilen hayallerden ibarettir. Ruhun kaynağı ise Allah'tır.
"Gerçek zikir, bir emir veya yasakla karşılaşıldığı zaman Allah'ı hatırlamaktır. Karşılaştığı günah ise elini çekmeli, emir ise yapmalıdır. Eğer zikir bunu yaptırmıyorsa hayaldir, işin aslı anlaşılmamıştır."
Muaz bin Cebel r.a
Oysaki, bugün gıpta ile baktığımız Avrupalı, okuma ve yazması olmayan, yıkanmasını dahi bilmeyen, korkunç bir cehaletle yüz binlerce kadının "cadı" diye diri diri yakarak karanlık Ortaçağ'ı yaşarken Müslüman ve Türk atalarımız bilim ve teknolojide üstün bir uygarlık kurmuşlardır.
" Allah yarattığı varlıkların vücudlarını yokluktan başka bir şey yapmadı.. Tüm bunları his ve vehim (yani algı) derecesinde yarattı. Alemin varlığı his ve vehim derecesinde olup maddi derecede değildir. Gerçek manada dışarıda, yüce Zat'tan yani Allah'tan başkası yoktur.."
(İmam Rabbani)