Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Jean Mesqui

7.0/10
1 Kişi
3
Okunma
0
Beğeni
381
Görüntülenme

Jean Mesqui Gönderileri

Jean Mesqui kitaplarını, Jean Mesqui sözleri ve alıntılarını, Jean Mesqui yazarlarını, Jean Mesqui yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Mazgallardan kızgın yağın, yanan ziftin ve erimiş kurşunun sel gibi aktığı, bir zamanlar nasıl da korkunç olan şu patikadan tırmandım.”
Victor Hugo, “Visite du Schwalbennest” (Schwalbennest'ı ziyaret), Le Rhin içinde, yirmi sekizinci mektup.Kitabı okudu
Ortaçağ'da yeraltı sığınakları vardı, birbirine bağlanan taşocaklarının oluşturduğu sığınak olarak geliştirilip düzenlenen yerlerdi. Fransa'da bu tür sığınaklardan en tanınmışı Picardie'deki Naours'da yer alır. Üç binden fazla insanı barındırabilecek kapasitedeki bu yeraltı şehri IX. yüzyıldan itibaren düzenlenmiş bir yeraltı yollları ağıdır ve bütün savaşlarda iş görmüştür, Burasının bir şato/kale alanıyla ilgisi yoktur; derebeylikle ilgili herhangi bir işlev ya da amaçtan bağımsız olarak halk için yapılmış bir sığınaktır. Böyle yeraltı sığınaklarına Ortaçağ'da sıkça rastlanıyordu, çoğunlukla iktidarla bağlantısı olmayan, halkın gerçekleştirdiği yapılardı.
Reklam
Hiç silinmeyen ve hep varolan efsanelerden biri de yeraltı yoluna ilişkin olandır, oysa Ortaçağ hep yukarı doğru çıkan öğelerin statü rolünü ön plana almıştır. Yaşanan gerçeklik, bir efsaneyi, halkın hayalgücünün yarattığı bir hikâyeyi öne çıkararak yok olup gitmektedir. Şatoya ilişkin en çok rastlanan modern efsanelerden biri budur, gerçeklikten kuşkusuz en uzak olan da budur. İnsanların, her çağda, yükseltilecek yapılara malzeme sağlamak ya da sıcaklığı değişmeyen depolama mahzenleri inşa etmek amacıyla yerin altına sayısız çukur açmasından doğar bu efsaneler. Yeraltı yolu çoğu durumda sadece bir mahzendir. Ortaçağ şehirlerinin birçoğunda olduğu gibi mahzenlerden oluşan bir ağ da olabilir.
George Sand şatonun büyüsüne kapılmıştır. "Mauprat" adlı yapıtında, La Roche Mauprat diye adlandırdığı La Roche Guillebaud'yu tasvir eder: “Civardaki en sık ağaçlı ve en ıssız yerde, bir uçurumun dibine büzülüp saklanmış, harabe halinde küçük bir şato vardır, parmaklığa ancak yüz adım yaklaşınca görülür delik deşik kuleleri. Gün batmaya ve çobanaldatan kuşu mazgalların tepesinden ötmeye başlayınca, oduncular ve kömürcüler sessizce, hızlı adımlarla geçerler; geçerken de bu harabelerde hüküm süren kötü ruhlara engel olmak için ara sıra haç çıkarırlar.”
Tuhaftır, Ortaçağ şatolarının inşa edilmesinin üstünden zaman geçtikçe simgeselliğin ya da somut özelliklerin yerini efsaneler almıştır. Ortaçağ sonundan itibaren yavaş yavaş şato yapımının terk edilmesi, modası geçmiş ve açıklanamaz hale gelmiş düzenekleri yeni kuşakların anlayamaması, son olarak da yıkıntıların yayılıp yapıyı kapalı ve anlaşılmaz kılması, bütün bunlar efsanenin doğmasına katkıda bulundu. Nitekim, XVI. yüzyıldan itibaren, Ortaçağ'a özgü her anıtsal yapı “Romalılar”a ya da Chanson de Roland'dan esinlenerek Ganne yahut Ganelon figürü gibi efsanevi kişilere atfedildi.
Derebeylik statüsünün tezahürlerinden biri gereksiz olanın/fazlalığın dışa vurulma kapasitesiydi; bir başka deyişle, derebeyi ya da hükümdar olmak doğrudan doğruya faydası bulunmayan mekânlar inşa edebilmeyi gerektiriyordu.
Reklam
Latincede "curia" denilen avlu, çeşitli yapılar arasında bulunan boş alandı. Avlu doğal olarak karşılama alanıydı, çoğunlukla konut binalarının, duvarlarla çevrili alanın içine sıkışmış olurdu. Sarayın organizasyonunda hiç de azımsanmayacak bir rolü vardı.
şapel
Şapel derebeyliğin yetkilerinin icrasını, tanrısal düzenin ayarladığı bir çerçeveyi yerleştiriyordu: Din, dinin tezahürleri ve ibadet, en sonunda, Ortaçağ sosyolojisinin evriminde, kaçınılmaz bir eksen haline geldi, şövalyeliğin kutsallaştırılmasıyla göklere çıkarıldı. Şapel, şatonun da sarayın da başlıca simgesi oldu, birçok durumda, program düzleminde, büyük salona simetrik bir öğe idi ve organizasyonda ona denk bir ağırlığı vardı. En güzel örnek Paris'te Palais de la Cité'deki Sainte-Chapelle'dir.
Çoğunlukla oda küçük ek alanlarla, inziva mekânları ya da çalışma odalarıyla tamamlanır. Prens ya bir yakınıyla buraya çekilir ya da burada okur; bir başka eklentide, prensin resmi minyatürcüsü elyazılarından birine tezhip yapar. Bu mahremiyet alanları, özel odaya kadar giren kamusal yaşamın dışına çıkmak için gerekliydi.
Gece birçok kişinin aynı mekânda yatması Ortaçağ'da sık rastlanan bir durumdu. Bununla birlikte zaman ve statü açısından evrim, yavaş yavaş, ayrı dairelerin ya da özel odaların, en azından yüksek rütbeli kimseler için tasarlanmasına yol açtı.
Reklam
Konut mekânı genellikle birçok odadan meydana gelir, odadan odaya geçtikçe kamusaldan özele aşama aşama bir filtreleme söz konusudur. “Konuk odası”nın oynadığı bir gösteriş işlevi hep vardır; evsahibi bu odada yatmaz ama genellikle satranç oynayarak ya da bir elçiyi kabul ederek burada konuk ağırlar.
Büyük salonun aynı zamanda, başlangıçta, kısa sürede konukların gece konakladığı yer olduğu, hatta bazen belli bir mevkideki hizmetkârların da (uşaklar çatı katıyla yetiniyordu) burada kaldığı tartışılmaz bir gerçektir. Ama görünüşe bakılırsa gelişen şato ya da saray konutunun en önemli niteliklerinden biri de oda oldu. Latince'de "camera" denen oda, derebeyinin ve onun en yakın aile bireylerinin birlikte yatanlardan ya da konuklardan ayrı bir yere çekilmesini sağlıyordu.
Küçük bir şatoda bile büyük salon hep aynı şekilde işlev görürdü: Yemek vaktiyse dört ayaklı sehpalar üstüne sofralar kurulurdu. Derebeyi ve karısı sırtlarını şömineye verir, saraylıların gözü önünde yemek yer, bu sırada da müzisyenler ve dansçılar onları eğlendirirdi.
Büyük salonun mekânsal organizasyonu
Çok işlevli bir mekân olan büyük salonun sabit bir yapısı yoktu; günün değişen saatlerine ya da tören kurallarına göre, dört ayaklı sehpalar, tahtalar, şilteler ya da karyola başlıkları salonun görünüşünü değiştirebiliyordu. Dahası, salonun epey sıklıkla üstlendiği mahkeme salonu rolü sırasında, yargıçların kürsüsü ile avukatların durduğu yer arasındaki bölüm (Fransızcada parquet) ortaya çıkıyordu. Büyük salonda birçok "parke" olabiliyordu. Büyük salonların kaderi, Palais de Paris ya da Poitiers Sarayı gibi yavaş yavaş mahkeme salonuna dönüşmek oldu. XV. yüzyılda büyük salonda konut işlevi yerini yargı işlevine bıraktı. Burada çok ender düzenlenen birkaç şölen dışında, ayak takımı soylulara baskın çıkıyordu.
Elbette yukarıdaki büyük salona çıkan merdivenlerin çoğu daha sadeydi; ama ister dış cepheye dik merdiven, ister cephe boyunca yükselip kalkan duvarına kavuşan merdiven gibi, merdivene hangi biçim verilmiş olursa olsun, büyük basamaklar daima derbeylik simgeselliğinin başlıca öğesi oldu. Merdiven, hükümran-derebeyinin başrolü oynadığı bir tören sahnelenirken dekor işlevi görüyordu. İktidar mantığına geri dönecek olursak, bütün bu mimari sahne dekorunun tek bir amacı vardı: yücelerin yücesi olan yere yani derebeylik platformuna çıkış.
47 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.