Jess Wells, dört romanın ve dört kısa öykü kitabının yazarıdır. San Francisco Sanat Konseyi Edebiyat Grantının sahibidir. Çalışmaları, üç düzineden fazla antoloji ve edebiyat derlemesine dahil edilmiştir ve Birleşik Krallık'ta yeniden basılmıştır ve İtalyanca'ya tercüme edilmiştir.
Baskı altında olmamızı daha fazla baskı korkutmasıyla haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Satın alınan ya da çalınan şeyler denince akıllarına bizim bedenlerimiz geliyor.
Yunanlı için kadın, kelimenin tam anlamıyla 'çocuk taşıyıcısı' anlamına geliyordu; devletin tek ilgi odağı genç ve erkek çocuklardı; bu yüzden pek çok kız hastalıklara, sakat doğanlar da toprak küplerde başkalarının acıma duygularına ya da ölüme terk edilmek üzere Taygetus Dağı eteklerine bırakılıyordu. Atinalı bir kıza yalnızca örgü örmek, dikiş dikmek ve yemek pişirmek öğretilirdi; bakım giderleri için ayrılan drahomasıyla babasının seçtiği bir adamla evlenir, böylece babadan kocaya geçerdi. Eğer bu kızcağız 'iffetsiz' bulunursa babası ya da erkek kardeşi onu bir geneleve satabilir, eğer kısırsa, kocası onu bir arkadaşına devredebilirdi. Kocası öldüğünde baba evine döner, miras kocasının erkek akrabalarına kalırdı. İşte bu kadın sırasıyla babasının, kocasının ve oğlunun vesayeti altında yaşamı boyunca hep önemsiz bir nesne olarak kaldı.
Kitabı anlatmaya nereden başlasam bilemiyorum. Kadınlarla yatıp kalkma isteğimiz, doyumsuz arzularımiz yüzünden başlayan bir işkence zulüm zalimlik maldan öteye değersizlik güryani içinde kalmış fahişelik yapan kadınlardan mi , asıl namussuz kalmış erkeğin kendini korumak için namus tabelasını yüklediği kadınları nasıl eleştirdigi ve hor gördüğünü mu bilemiyorum.
Neyse kitaba biraz gelecek olursak kitap fahişeligin ilk çıktığı yunan kültüründen başlıyor daha sonra getirdiği paralar doğrultusunda kilisenin elinde nasil artıgini , batıya nasıl yayıldıgi , kadınlara çektirilen eziyeti .hiç bir şekilde insan yerine konulmaması üzerine başlayıp gününüz dönemine kadar fahişelik , travesti , genelevi, teleevleri ele almış diyebiliriz.
İnsanlığından utanmak isteyen erkeklerin, Kendicinslerinin çektiği acılara gözyuman kadınların ve fahişelerin de insan olduğunu öğrenmek isteyenlerin okumasını tavsiye ediyorum.
İkinci baskısında Türkan Saylan ve Engin Aydın'ın da ek yazıları ve röportajlarda bulunduğundan bu kurumun ülkemizdeki boyutundan da bir şekilde haberdar olunuyor.
Konunun bir şekilde iktidar ve dini kurumlarla ilişkilere kadar varmasını hayretle izliyorsunuz.
Diğer yandan kadın haklarıı kazanımlarının bir kısmının da yine bu kurum içinden çıkan aktivistlerce kazanılmış olduğunu da unutmamak lazım.
Kitapta bahsedilmemiş ancak Paris'te duymuştum "Paris metrosunda Cezayirli işçilerinki kadar Parisli fahişelerin de emekleri vardır" diye. Devlet tarafından çalıştırılan fahişeler gündüz çalışıp ücret ödenilen Cezayirli işçilerden parayı Parisli Fahişe'ler geri alınmasına gönderme yapılıyormuş. Kadının sömürüsüyle metro yapımı. İnsan haklarında en ileri yerlerdeki durum bu.
Bu kitaba yapılacak incelemeye, mutlaka yazarının şu cümleleriyle başlamak ve kitapla ilgilenenlerin de bu cümle sonrasında kitabı okuyup okumama üzerine düşünmeleri lazım. "Ben bir tarihçi değilim ve bunun için de özür dilemem gerekmiyor. Geçmişe ipotek koyan akademik beyaz erkek tekelini sona erdirmek için her birimizin araştırmalar yapıp