Lisede, biyoloji dersi veren başörtülü öğretmenimizin "Nurcu" olduğunu duyduğumda ona şu soruyu sormuştum; "Siz bilimle bu kadar iç içesiniz,inanç konusunda kuşkuya düşüyor musunuz?" Verdiği yanıt aşağı yukarı şu şekildeydi; "Tam tersine. Bir hücrenin oluşumundaki o muazzam kudreti görünce bunu ancak Allah gibi yüce bir varlığın yaratmış olduğuna dair inancım pekişiyor." Yıllarca okullarda pozitif bilimi dinin karşıtı olmasa da dinden çok ayrı bir alan olarak algılamıştık. İnsanın maymundan geldiğini anlatan fen derslerinin hemen ardından, (arada sadece 10 dakikalık teneffüs olurdu) insanın Adem ve Havva'dan geldiğini anlatan din dersleri kafamızı karıştırsa da zamanla ikisini birbirinden ayrı olarak algılamayı Descartes sayesinde başlamıştık. Biri "ruh" biri "kafa" alanıydı;beynimiz kategorizasyon işini öğrendiğinde sorun çözülmüş oluyordu.Halbuki bir Nurcu,bilimi Allah'ın varlığının kanıtı olarak değerlendiriyor;ruh ve kafa alanları arasındaki sınırı kaldırıyordu.Biyoloji öğretmenimizin yaklaşımı daha tutarlı,rahatlatıcı ve Allah'la olan manevi bağı bilimle kopmayı gerektirmeyen yeni bir bakış açısı olarak şaşırtmıştı beni.Fakat ne Nurcular ne de diğer geleneksel veya modern dini cemaat ve hareketler, Kürtlerin varlık sorunu söz konusu olduğunda,dinin kendini ana kaynağı varsaydığı ahlâkî ve vicdani tutumu sergilemiyor,Kürt halkına yönelik saldırılara,her türlü vahşete,imha ve inkar politikasına kör,sağır,dilsiz kalıyorlardı.