“Bütün şehirleri yakın sanardık.”diye devam etti “Aynı haritada olduklarına göre ne kadar uzak olabilirdi ki? Adana izmir’e çok uzakmış,Pamuk.Yürüyüp yürüyüp bitiremeyince anladım.”
Bakışı, duruşu, simsiyah parlak saçları, bembeyaz teni, bilmiş lafları, tatlı gülüşü, kendinden emin ama bir o kadar da panik halleri, tatlılığı ve bin bir şekilde başını belaya sokma kapasitesi...
‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ kafası herkesin bilinç altındaki ilk savunma mekanizması değil miydi? Oysa insan, bir başkasının üzüntüsüne üzülebildiği kadar insandı.
Öyle bir devre düştük ki insanı aşktan soğutuyorlar, sevgiden soğutuyorlar; güvenini kırıyorlar, sonra gerçekten sevenlerin de kıymeti bilinmiyor. Sevenler, sevmeyi bilmeyenlerin elinde; sevilmek isteyenlerde sevgiyi öldüren kalplerde heder olup gidiyor.
İstediğin kadar sev, aşk biter. İstediğin kadar sula, her çiçek solar. İstediğin kadar besle, her bebek büyür, ölür. Her duygu, her canlı yok olmaya mahkûmdur.
Sevgi hareket ister, kanıt ister. Kendine tutunacak bir dal ister. Seviyorsan sevdiğin de seni sevsin istersin. Bırakalım şimdi saçma aşk masallarını. Karşılık görmeden kimse kimseyi sonsuza kadar sevmez. Bir çiçek büyüyecek ise sulanmalı. Yoksa ne kadar direnirse dirensin solar, ölür. Bir bebek serpilecekse beslenmeli. Yoksa hayata tutunamadan ölür. Beslenmeyen her can, her duygu ölür. Tutunacak dal vermezsen en büyük aşklar bile direnemez. Yok olur.
–Benim bir maruzatım olacaktı müdür!
+‘Bu ne hadsizlik?'
Diye sinirle yükseldi piknik tüpü.
–Niye kızdın şimdi? Yanlış yere mi geldim ben? Burada devlet senmişsin. Öyle dediler bana. Madem burada devlet sensin, müdür...
Devletten bir iki maruzatım var. Seninle bir konuşalım.
+Sen kimsin?
–Ben mi? Ben Türk askeri. Devletin buradaki asıl eli.