Kariyeri
Küçük yaşta tiyatroya başlamış olan aktör, New York'ta Lee Strassberg, Elia Kazan ve Emir Zahirovic'den senelerce oyunculuk dersi almıştır. Ancak kendisi üzerinde en önemli etkiyi Stella Adler'in (dolaylı olarak ünlü Rus tiyatrocu Stanislavski'nin) yapmış olduğunu ısrarla belirten Brando, Actors Studio'nun kurucularından olmasa da 1952'den itibaren stüdyonun dünya çapında ün kazanacağı dönemde başında bulanan Lee Strasberg'in kendini hocaların hocası gören kibirli tavrı karşısında hep muhalif olmuştur. Oyunculuk hayatı üzerinde, bir zamanlar Henry Fonda'yı sahnelere kazandıran tiyatrocu annesinin etkisi olduğunu da yadsımaz. "HalaHollywood'da bulunmamın tek nedeni parayı reddedecek ahlaki cesaretimin olmayışıdır" diyecek kadar cesur, 1972'de The Godfather filmiyle aldığı Oscarı reddedecek kadar da asi biriydi. 2. Oscarını Amerika'nın Kızılderililere karşı uyguladığı politikayı protesto etmek için ödülü almaya dahi gelmemiştir. On the Waterfront (Rıhtımlar Üzerinde) ile gerçekleştirdiği performansla tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olduğunu kanıtladı; ama Brando'nun yakın dostu Elia Kazan'ın da bu başarıda rolü vardı. Elia Kazan film için başta Frank Sinatra ile anlaşmış olmasına rağmen, yapımcı Spiegel'in de etkisiyle Brando'yu başrole koymuştur. Kült filmler arasına giren bir diğer filmi ise "Last Tango in Paris"'te Bertollucci ile çalışmıştır. Brando ülkesinde Kızılderili ve siyahların hakları için aktif olarak çalışmış, bu yollarla pek çok düşman edinmiştir. Oğlunun mahkemesinde kendisini 'ateist' olarak tanımlasa da, dini inancı bulunduğunu hayatının akışında pek çok yerde belirtmiş, özellikle kızılderili manevi inançlarına kendini yakın hissettiğini belirtmiştir.
Unvan:
20. yüzyılın en önemli sinema oyuncusu olarak gösterilen, Oscar ödüllü Amerikalı aktör
Doğum:
Omaha, Nebraska, ABD, 3 Nisan 1924
Ölüm:
Westwood, Los Angeles, Kaliforniya, ABD, 1 Temmuz 2004
Bu her yerde her zaman olan bir şeydir. Televizyonda röportaj spikerlerine Vietnam'da ölen oğullarıyla gurur duyduklarını, çünkü onların orada özgürlüğü, vatanlarını ve Amerikan ideallerini savunmak uğruna öldüklerini söyleyen aileleri izlerken, bunları söyleyenlerin bir yandan da bu savaşın ne kadar anlamsız olduğunu ve çocuklarının bir hiç uğruna pisi pisine gittiklerini ta yüreklerinin derinliklerinde hissedip, bildiklerinden eminim. Ancak çocuklarının anıları ve kahramanlık hikayelerinden başka tutunacak şeyleri kalmadığı için bunları söylüyorlardı ;oğullarının Lyndon Johnson, Robert McNamara ve diğer 'iş bitiriciler' in anlamsız ve yıkıcı politakaları sonucu öldüklerini asla kabul edemezlerdi.
okuduğum en güzel kitaplardan biri. brando sadece film kariyerini değil tüm hayatını anlatıyor. düşüncelerini inançlarını da ortaya koyuyor. oldukça güzel bir otobiyografi. gelmiş geçmiş en iyi aktöre hayatında eşlik ediyorsunuz.
Bu kitabı Brando'nun sinema macerasından öte, insan duruşuna, Amerika'nın yerlilere uyguladığı yalan politikasının altını kazıyışıyla irdelemek lazım. Zaten üstüne belgesel de çekildi. imdb.com/title/tt4145178
Magazin isteyenlere ise birkaç bilgi: Kendisi Marilyn yanı sıra Laurence Olivier'le evliliği zamanında Vivien Leigh ile de birlikte olduğunu kaleme almış, Grace Kelly de dahildi zannediyorum.
Kitap Dr. Moreau faciasından ve Don Juan DeMarco'dan önce yazıldığı için bu filmlere ve ötesine dair bilgi elbette yok. Ben okuyalı 30 sene oldu, hatırladıklarımı zaten satır başlıklarında yazdım. Hitchcock'un Truffaut söyleşisinden ve Chaplin'in otobiyografisinden sonra, sinema adına, en doyurucu kitaptır, bilginize.