Sessizlik, huzur yine saçlarımda,
Sen hiç sesini duymasan da...
Toprakta filizlenmeye başlayan,
Bir kayın ağacı kadar kutsal varlığı...
Karın ilk yeryüzüne kavuştuğu anı düşün;
Titrek, heyecanlı ve üşümüş o kar tanesi kadar mucizevi...
Benim sana koştuğum an...
Hayır, hayır kızmamalısın... En çokda kendine, ben seni evrene emanet ettim.
Biliyorum ki doğa ana sana çok güzel bakacak. Ve beni sana hiç hatırlatmayacak.
Biliyor musun huzur saçlarımda değil artık, sonbahar gibi bakmıyorum.Dallarıma konan kuşlar beni, sana hatırlatmamaya söz verdiler.
Sen yaz ben... ben duyarım seni okumasam bile yazdıklarını kuşlar bana getirir; yazdığın her kelimeyi kulağıma fısıldar. Sonra yüreğime oturur; gömülür sonsuza kadar kanat çırpar oradan...
Bırak ellerimi tırnak uçlarımından beni tanımanı... Dışarda yürürken yüzüne esen rüzgarda hangi kokunun bana ait olabilaceğini hangi çiçekle hangi odunun bir araya gelip, bu kadar masum sarılabileceğini... gibi bir sürü detay...
Gitmem gereken bir yer var. Yolda karşıma çıkanlar ve gölgeleri... Sanıyor musun yolculuk seninle bitecek. Sanıyor musun yol asfalt, yol endişe, yol bahanelerden oluşuyor. Bu yolculuk öyle anlamlı ki; yüzyıllardır sürüyor ben yolcu olduğumu yeni fark ettim, bir kaç sene oluyor farkına varalı. Ama şu var ki; tüm yollar aydınlığa çıkar ve gitmem gereken yüzyıla yalnız gitmek istemiyorum. Giderken en ufak aşksızlık ve şüphe istemiyorum. Elimi tutacak cesaretin var mı?