İbn Teymiyye Allah Teâlâ'nın ululuğuna uygun, yüce zatına layık şekilde, hiçbir benzeri olmaması itibarıyle; her türlü teşbihten, tecsimden, nefiyden ve ta'tilden kâmil sûretle tenzih ederek hakikatini kabul etme yoluyla Allah Teâlâ'nın sıfatlarına imanı dinin vaciplerinden görüyordu. O, Allah (azze ve celle)'nin sıfatlarını mahlukatın sıfatlarıyla kıyaslamıyordu. Aynı zamanda sıfatları inkâr da etmiyor, Allah Teâlâ'yı tenzih etmede aşırı abartıp ölçüyü kaçırarak nefyetme yoluna da gitmiyordu. Bu sıfatları hakikatinden uzaklaştıracak tevile de başvurmuyordu. Ancak sırf kinaye ve mecaz deyip geçmiyordu da! Aksine Allah Teâlâ'nın arşa yüceliğine yaraşır şekilde istiva ettiği, iki el ve iki ayağının olduğu, işitip gördüğü, ancak ellerinin ellerimiz gibi, işitmesinin işitmemiz gibi, görmesinin de görmemiz gibi olmadığı, bilakis; "O'nun bir benzeri de yoktur", "O Ahad'dır, Samed'dir, doğurmamış ve doğurulmamıştır ve O'nun bir dengi yoktur" görüşündeydi. Bu hususta el-Mes'eletu'l Hameviyye adıyla bilinen eserini telif etmiş bu kitapta şerhiyle birlikte konu hakkındaki kendi görüşlerini de ortaya koyarak; sıfat ayetlerinden ve bu hususta varid olan hadislerden bahsetmiştir.
Şam diyarında meliklerle emirler arasında yaşanan kargaşanın, Hülagu'nun İslâm dünyasını -derin uykusundan uyanmadan önce- vurabilmek için bu fırsatı değerlendirmesinde büyük rolü olmuştur.