Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Muhammed B. Hüseyin

Muhammed B. HüseyinAşk Aşık Maşuk yazarı
Yazar
8.6/10
7 Kişi
28
Okunma
7
Beğeni
504
Görüntülenme

Muhammed B. Hüseyin Gönderileri

Muhammed B. Hüseyin kitaplarını, Muhammed B. Hüseyin sözleri ve alıntılarını, Muhammed B. Hüseyin yazarlarını, Muhammed B. Hüseyin yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Allah subhandır, Allah baş gözüyle görülmez. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz görmek üzere davet ederken Allah’ın isimlerini görmeye davet eder. Allah’ın isimlerini nerde görürüz? -Kendi üzerimizde görürüz; çünkü bizde görmek, işitmek, bilmek, sevmek, irade etmek, rahmet etmek, affetmek ve ikram etmek vardır. Bütün bunları nerden almışız? Nefahtu fîhi min rûhî: “Ona (insana) kendi ruhumdan nefhettim” ayetinden öğrendiğimiz üzere Allah bize ruhundan nefhettiği için bütün bu özellikleri ruhumuzdan almışız; yani bu özellikleri sonradan elde etmemişiz; çünkü bizdeki bütün bu özellikler Allah’a ait isimlerdir. Allah kendi isimlerinden tecelli ederek bizlere; “kendi üzerindeki isimlerden rabbini tanı; yani bir damladan sonsuz deryayı anla! Sendeki bir damla rahmetle Allah’ın sonsuz rahmetini, bir damla sevginle Allah’ın sonsuz bir derya olan sevgisini, bir damla misali görmenle de Allah’ın görmesini anla” demiştir. Bütün sıfatlar böyledir; çünkü bizdeki sıfatlar Allah’a aittir.
İnsan bu dünyada yaşarken kendini tıpkı Hz. Âdem (a.s.) misali tek başınaymış gibi gerisini de kendisi için imtihan olarak; yani kazanma imkânı olarak görmelidir. İnsanın her anda Allah ile muhatap olduğunu bilmesi gerekir. Zaten İhsan da bu demektir. Bu yüzden Resulullah (s.a.v.) Efendimiz; “ihsan, Allah’ı görüyormuşçasına Allah’ın huzurunda Allah’a âbd olmandır” buyurur. Allah, kulunun imanını, âbdiyetini sever. İman, kul olmanın gereğidir, ibadetler ise imanı, kulluğu, Allah’a olan sevgiyi kemale erdirmek, kulu her anda Allah’ın huzurunda durdurmak, ihsan mertebesine çıkarmak içindir.
Reklam
Varlık sorusuna cevap vermeden hakikat anlaşılmaz. Onun için herkesin; “benim hedefim nedir, neyi kendime hedef olarak belirlemişim, neden buradayım, Allah beni dünyaya neden göndermiş, göndermeseydi olmaz mıydı” deyip kendine bu soruları sormalıdır. İnsanın bu sorulara cevap vermeden rahat etmesi ve doğruyu anlaması mümkün değildir. Mesela; bir
Onun için insanın önce hedefini belirlemesi gerekir. İnsan; “benim bu hayattaki hedefim Allah’ın rızasını ve dostluğunu kazanmak, Hz. İnsan olmaktır. Allah’ın huzuruna gittiğimde onun huzurunda mahcup olmamak, ebediyen kaybetmemektir” demeli, hedefine bunu koymalıdır. Biri kendine bu hedefi belirlemişse sırat-el mustakime, dosdoğru yola girmiş demektir. Böyle biri ne yaparsa yapsın Allah’a yaklaşmaya devam eder ve her hali ibadet olur; çünkü niyeti düzgündür ve ameller de niyetlere göredir. Bu yüzden niyet düzelince ameller de düzelir. Bunun için de önce anlamak gerekir; çünkü anlamadan ne iman edilebilir ne de doğru amel edilebilir. Birinin niyeti bozuk olunca ya da niyetin ne olduğunu bilmeyince yaptığı amel de düzgün olmaz.
Peki, insanın asıl işi nedir? İnsanın asıl işi Allah’a âbd olmaktır. Biri bize; “ne iş yapıyorsun” diye sorduğunda; “Allah’a kulluk yapıyorum, Allah’a âbd olmaya, onun rızasını, dostluğunu ve cemalini kazanmaya çalışıyor, Allah’ın güzelliği üzerimde tecelli etsin istiyorum” demezsek yanlış tarafa, ters tarafa gitmiş oluruz. Asıl sorun bilmemek ve anlamamaktadır. O okuldan çıkan çocuklara edindikleri hedefi gösteren birileri vardır. Bu hedefleri onlara gösteren ya anaları, ya babaları ya da arkadaşlarıdır. O çocukların büyükleri de işi anlamadığından dolayı onlara yanlış hedef göstermişlerdir; çünkü işi anlasalardı yüzde doksan dokuzu mü’min ve Müslüman olan bu memleketin hali böyle olmazdı!
Daha önce söylemiştim; “bir okulun kapısında durup o kapıdan çıkan bin kişiye tek tek; ‘senin bu hayattaki gayen nedir’ diye sorsak acaba onlardan kaç kişi; ‘benim bu hayattaki gayem Allah’a âbd olmak, Allah’ın rızasını, dostluğunu, cemalini ve cenneti kazanmaktır’ der, acaba bin kişiden kaç kişi bu cevabı verir? Genel olarak; ‘herhangi bir okulu kazanıp o okulu bitirmek, hayata atılmak, dünyalık bir mevki ve makama geçip para kazanmak’ cevabını alırız.” Neden insan neyi hedef olarak belirlemişse kulluğunu da ona yapar, dedik? Çünkü insan hedefindekini sever, bu yüzden hedefine onu koyup çabasını, gayretini ona göre sarf eder, hayatını da ona göre yaşar; yani hedefi onun ilahıdır. Bu yüzden kulluğu anlamazsak nereye gittiğimizi de bilemeyiz; yani Allah’a gitmek, Hz. İnsan olmaya yolculuk yapmak yerine belirlediğimiz hedefe doğru gider ve o hedef doğrultusunda yolculuk yaparız. Tabi hedefimize kavuşur muyuz kavuşmaz mıyız o da belli değildir! Hatta insanın dünyadaki hedefine kavuşması çok zor bir şeydir. Mesela; insanların çoğu yapmak istediği işi yapamaz. Allah, önüne hangi işi koymuşsa o işi yapmak zorunda kalır.
Reklam
İnsanın hedefini mutlaka belirlemesi gerekir. Eğer insanın hedefi Allah’ın rızası ve Allah’a âbd olmak değilse; yani Allah’ın onu koyduğu yer değilse mutlaka başka şeylere âbd olur; çünkü Allah, insanı âbd olsun diye yaratmışsa onun vasfı ve özelliği onun âbd olmasıdır; yani kulluk insanın fıtratında vardır. İnsan, Allah’a kul olmasa bile kulluk onun fıtratında olduğu için başka birilerine ya da başka şeylere mutlaka kulluk yapar; çünkü âbd olmak, kul olmak; sevmek, istemek, kazanmak için çaba ve gayret sarf edip peşinden koşmaktır ve herkes bir şeylerin, birilerinin peşinden mutlaka koşar. Biri Allah’ı sevmez ve gayesi de Allah’a kulluk olmazsa bu durumda başka bir şeye, başka birine; yani mala, mevkiye, makama, dünyalık herhangi bir şeye veya nefsin arzu ve isteklerine âbd olur; çünkü insan âbd olarak yaratılmıştır ve âbd olma vasfından başka bir vasfa da sahip değildir. İnsan neyi istiyorsa, hedefinde ne varsa âbdliği de onadır; yani insana “bu hayattaki hedefin nedir” diye sorulduğunda verdiği cevap her neyse bu durumda o, ona âbd olmuştur.
Allah ayeti kerimede, “kim bir güzellik yaparsa ona güzellik veririz. Bir de katımızdan güzellik veririz”8 buyurur; yani insanda, yaptığı güzellik kadar Allah’ın ismi tecelli eder, bir de Allah ona kendinden güzellik verir. Eğer biri, Allah’ın kullarını severse Allah’ın Vedud ismi onda tecelli eder, sevdikçe Allah Vedud ismiyle ona bir daha tecelli eder, tecelli edince de Vedud ismi o kulda artar. Allah kendinden kuluna o sevgiyi verir ve kul sevmeye başlar, sevince de sevilmeye ve Allah’ın sevgisine layık olur. Allah’ın her bir ismi için bu böyledir.
Peki, kulların Allah’tan gördüğü muamele neye göredir? Kul nasıl bir muameleyi hak etmişse Allah’tan da öyle bir muamele görür; yani kul bir mü’min olarak, Allah’a iman eden biri olarak hayatı yaşarken insanlara merhamet ederse Allah’tan da merhameti hak eder, insanlara ikram ederse Allah’tan da ikramı hak eder ve ikrama layık olur, insanların hatasını ve kusurunu affederse de Allah’tan affı ve mağfireti hak eder, insanlara halim ve yumuşak olarak nezaketle davranırsa da Allah’tan da halim bir muameleyi hak eder. Bu, Allah’ın bütün isimleri için böyledir ve böyle bir muamele Allah’ın isimlerinin kendisinde tecelli ettiği kullar içindir.
En güzel isimler Allah’ındır, bütün güzellikler Allah’a aittir ve kul, Allah ile güzeldir. Allah’ın güzelliği, isimleri kulun üzerinde tecelli edince kul, Allah’a halife, dolayısıyla âbd olmuş olur. Allah’a iman ettiğini iddia eden birinin Allah’ın isimlerine; yani Allah’ın rahmanlığına, rahimliğine, kerimliğine halimliğine, afuvluğuna, ğafurluğuna, ğaffarlığına, tevvablığına, vedudluğuna ve ilahlığına iman etmesi, Allah’ın esmasını sevmesi gerekir; çünkü insan, Allah’ın hangi ismini seviyorsa üzerinde o isim tecelli eder. Allah’ın, kuluna olan muamelesi ve kulun kıyamet yerindeki hesabı Allah’ın, kulun üzerinde tecelli eden isimlerine göredir ve kul, Allah’tan bu isimlerin tecellisine göre muamele görür.
Reklam
İnsanın kendisini unutmaması için kim olduğunu, nerden geldiğini, nereye gideceğini, dünyaya neden geldiğini, ne yapması gerektiğini ve Allah’ın kendisi üzerindeki muradını bilmesi gerekir. İnsan, Allah’ın kendisi üzerindeki muradını nasıl bilir?Allah en ince ayrıntısına kadar bunu kullarına mutlaka öğretmiştir. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (a.s.)’dır. Allah Hz. Âdem (a.s.)’dan beri insan üzerindeki muradını vahyedip kullarına öğretmiştir. Allah ayeti kerimede insan için; “yeryüzünde bir halife yaratacağım” buyurur. Halife, temsil eden demektir. Bu halife, Allah’ı yeryüzünde temsil eden insandır ve yeryüzünde sadece insan, Allah’ı temsil eder; çünkü insanın vazifesi budur. Eğer insan, Allah’ın vasıflarını, isimlerini kendi üzerinde taşımazsa, Allah’ı bilmezse, tanımazsa, Allah’ın ne yaptığını, nasıl yaptığını, yaptıklarını neden yaptığını anlamazsa, bununla beraber Allah’ın isimlerinin kendisinde tecelli ettiğini anlamazsa Allah’ı yeryüzünde temsil etmesi, ona halife olması mümkün olmaz; yani insanın kendini bilmesi mümkün olmaz.
2. Bölüm
Allah ayeti kerimede; Ve lâ tekûnû kellezîne nesûllâh: “Allah’ı unutanlar gibi olmayın” buyurur. Allah ayetin devamında kendisini unutanlar için ise; Fe ensâhum enfusehum: “(Onların Allah’ı unuttuğu gibi Allah da) Onlara kendilerini unutturmuştur” buyurur. Yani onlar Allah’ı unutmakla aslında kendilerini unuturlar. Siz de Allah’ı unutup da Allah’ın kendisini unutturduğu kimseler gibi olmayın, dedi Allah. Ulâike humul fâsikûn:1 “İşte onlar fasıktırlar.” Onlar yoldan çıkıp kaybetmiş olanlardır. Eğer biri rabbini unutursa kendini unutmuştur. O yüzden birini kendini unutmuş olarak görürsek bilelim ki Allah’ı unuttuğu için kendini unutmuştur. Peki, insan kendini nasıl unutur? İnsan, Allah’ın kendisini koyduğu yeri bilmezse Allah’ı, dolayısıyla kendini unutur. İnsan nerde duracağını, nasıl yapacağını, nasıl yapması gerektiğini bilmez ve unutursa ya da bunu ciddiye almazsa Allah’ı unutmuş; yani Allah ona onu unutturmuş olur.
Zül Arşil Mecid" (burüc 15) Mecid olan Şerefli Arşın sahibi. Arşın sahibi Allah'tır. Arş bizatihi şeref sahibi meciddir. Allah o şerefli Arşın sahibidir. Nasıl Kainatta Arşın sahibiyse senin Arşının sahibi de o'dur. Ve orası en şerefli makamındır. Çünkü oraya tecelli ediyor. Allah Arşa istiva etti buyuruyor. ( taha 5
Evet, onun için anlaşılması gereken şey; insanın kulluğunu, âbdliğini; yani âşıklığını bilmesidir. Mâşuk olan Allah’tır, kul da Allah’ın âşığıdır. Kulluk, âşıklığın gereği olan şeylerdir, imtihan da âşığın âşıklığını ispatlaması içindir. Âşık, mâşuğu için her neyi verebiliyorsa onu o kadar seviyor demektir. Onun için âşık, mâşuğu için her şeyini verebiliyorsa hatta az önce bahsettiğimiz gibi o çamurdan olan elbisesini verebiliyorsa gerçekten âşık demektir! Allah’a âşıklık böyle birine helaldir. Çamurdan olan elbiseyi vermeden âşıklık olmaz; yani âşık olmak için bedenin kendisini de verebilecek durumda olmak gerekir. Allah, Hz. İnsan olmayı ve cenneti satar. Hz. İnsan olmak için beşeri tarafı verip Hz. İnsanı, cenneti almak için de dünyayı verip ahireti satın almak gerekir; çünkü vermeyenler alamaz. Allah hepimizi Allah için her şeyini verenlerden, dünyayı verip ahireti, cenneti alanlardan eylesin! Bedeni tarafını, beşeri tarafını, çamurdan olan tarafını verip hakikatini alanlardan, varlığını Allah’a feda edip Allah’ın cemalini, dostluğunu alanlardan eylesin! Allah hepinizden razı olsun.
Evet, herkes kendini bilir; ama Allah herkesi herkesten daha iyi bilir. Allah ayeti kerimede; “yaratan yarattığını bilmez mi”13buyurur. Allah bizim çamura battığımızı ve çırpındığımızı biliyor. Aslında hakikati de, ne yapmamız gerektiğini de anlamışız; ama çamur bize öyle bir yapışmış ki bir tarafı silerken başka bir taraftan yapışıyor ve o çamurdan bir türlü kurtulamıyoruz. Eğer üzerimize yapışan o çamurdan kurtulursak manevi olarak işi bitirip rabbimizle dolayısıyla kendimizle beraber oluruz.
Oruç
Bu şarap cennette olduğuna göre bu durumda şarabın gönlü cennet olmuş birinde olması gerekir. Bu aşk şarabını içecek olan gönüldür. Kulun, gönlü cennete dönmüş olan birini bulup bu aşk şarabını onun gönlünden içmesi gerekir. Sadece içmesi yetmez aynı zamanda içirmesi de gerekir. Bunun için de biraz silkelenmek, çamurdan olan elbiseye, bedene; “biraz geride dur” demek gerekir. Zaten Ramazan ayında çamurdan olan elbisemizin yemesini, içmesini, yanlışa bakmasını, yanlışı dinlemesini ve konuşmasını keser, bunları ondan men eder ve ona; “geride dur” deriz. İşte, oruç budur. Oruç tutarak bedenin yanlış düşünmesine müsaade etmeyiz; yani çamurdan elbiseye; “sen geride dur” Allah’ın bize nefhettiği ruha ise; “şöyle bir adım öne gel” demiş oluruz. Eğer ruha; “öne gel” dersek pişmeyi hak etmişiz oluruz.
Reklam
Allah ayeti kerimede; “rableri onlara pak bir şarap içirir. O şarap aklı gidermez ve sarhoş da etmez”12 buyurur. Allah bu şarabı cennette manevi olarak silkelenen kullarına içirir. Allah’ın cennette içirdiği bu şarap aklı gideren, baş ağrısı yapan bir şarap değildir. Bu şarap aşk şarabıdır. Allah bu aşk şarabını kullarına dünyada da içirir ve
Eğer birinde aşk yoksa onda iman da yok demektir. Birinde aşk olmadığı halde Allah’tan, peygamberden, İslam’dan, cennetten bahsederse o kişi kavanozun içindeki balı değil, sadece kavanozu yalamış olur. Böyle olanlar; “Allah’ı sevmek gerekir, cennet güzeldir, namaz kılmak ve oruç tutmak lazımdır” der; ama böyle demekle sadece o bal kavanozunu yalamış olurlar. Hâlbuki bir kul olarak o bal kavanozunu şöyle bir açıp balın tadına baksan, şu aşkı bir tatsan olmaz mı? Üzerindeki çamuru biraz silkelesen, Allah’ın sana nefhettiği o ruh, tecelli ettiği o güzellik Allah ile arandaki perdeyi biraz titretse, biraz sallasa böylece aşktan sarhoş olsan olmaz mı? Neden sadece işin lafında kalıyorsun! Evet, o kavanozun kapağını açıp balı tatmak; yani Allah’a olan aşkın ve muhabbettin tadına bakmak, bunun için de manevi olarak biraz silkelenmek gerekir. Allah ayeti kerimede; “rableri onlara pak bir şarap içirir. O şarap aklı gidermez ve sarhoş da etmez”12 buyurur. Allah bu şarabı cennette manevi olarak silkelenen kullarına içirir.
246 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.