1924 yılında İstanbul'da doğdu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. İç hastalıkları mütehassısı olarak çeşitli şehirlerde çalıştı (1954-1984). Emekliye ayrıldıktan sonra Ankara'ya yerleşti.
Şiir, hikâye ve tenkit yazdı. Şiir ve yazıları Türk Kültürü, Türk Edebiyatı, Töre, Tıp Dünyası ve İmage (Fransa) gibi dergilerde çıktı. 1953'te Türk Tıb Yolu yıllığını yayınladı. Nermin Sunar Pekin ile Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası'nı yayına hazırladı (1988).
Hikâyeleri: Hikâyeler (1980), Hikâyeler II (1986). Araştırmaları: Ölümünün 25. Yılında Yahya Kemal Beyatlı (Şükrü Elçin ve Sadık Kemal Tural ile, 1983), Rıfkı Melûl Meriç (1986), Ali Emirî Efendi (1989), Fahri Celâl Göktulga (1993), Âkil Muhtar Özden (1996). Antolojisi: Yeni Türk Nesri Antolojisi (Ş. Elçin ile, 1987).
Ali Emirî Efendi, kitapçı dükkânında, birini bekliyormuş gibi, sokağa ait bir çehre ile otururdu; halbuki onun beklediği şey dükkânın içindeydi: Kitap!.. Çünkü Emirî Efendi kitapçı dükkânında saatlerce oturuyor demek, kitapçı bir gün evvel bir terekeden mutlaka bir yazma kitap aldı demekti. Çünkü Emirî Efendi bunu mutlaka duyardı. Ve bu yazma kitabı Emirî Efendi ucuza almayı, kitapçı pahalı satmayı düşünür, ikisi de bu hırsları belli olmasın diye karşılıklı susarlardı. Nihayet, kitapçı bir 'define bulduğunu söyleyerek Emîrî'ye bir kitap uzatırdı. Fakat Emirî Efendi 'define'yi elinin tersiyle iterdi: "İstemem, bir eşi bizim kütüphanede var!"
Her aşk enteresan bir ruh olgusudur. Hele o aşk bir ömrü dolduracak kadar büyükse, tezahürleri de o nisbette şaşırtıcı olur. Gerçekten Emîrî'nin kitap aşkı hiçbir şeyle kıyaslanmayacak kadar büyük bir tutkuydu. Her ne kadar kendisi “Bende kitap merakı dokuz yaşında hâsıl olmuştur. Bugün tam altmış senedir ne gecem gece, ne gündüzüm gündüzdür. Ömrüm kâmilen bu merak arkasında koşmuştur” diyorsa da onunkisi sadece "merak" kelimesiyle ifade edilemeyecek kadar büyük bir sevda, tarifi imkânsız derin bir aşktı. Hattâ, bu çizgide de kalmadı, giderek bir hastalık hâlini aldı. Evet, tekrar ediyorum, Emîrî yalnız bir bibliyofil, yani kitapsever değil, aynı zamanda bir bibliyoman, yani kitap hastası idi. Değil Türkiye'de belki dünyada eşi az bulunur bir kitap hastası!
Baktım beşerin hâline dünyaya gücendim
Hallolmadı gitti bu muammaya gücendim
Akvâm-ı beşer birbirin evlâdı değil mi
Âlemde olan şuriş ü gavgaya gücendim
Maksud-ı hakikî vatanın şânıdır ancak
Kasdında muallel olan ebnâya gücendim
Nâdan ile sohbet ne kadar müşkil imiş ah
Mahrum-ı basiret olan a’mâya gücendim
Maksadlar uğrunda ne canlar telef oldu
Ben meslek-i İskender ü Dârâ’ya gücendim
Merdane kelâm etmelidir merd-i sühandan
Ebru-yi dilâradaki i’maya gücendim
Bîkesleri gördükçe zemin üzre perişan
Dünyaya bakan çeşm-i temaşaya gücendim
Millet Kütüphanesi'nin müzesinde bir tektaş pırlanta gibi duran Divanü Lügat'it-Türk'ü vaktiyle Macar ilimler Akademisi satın almak istemiş ve Osmanlı Tarih Encümeni üyelerinden İskender Bey aracılığı ile Emiri'ye on bin altın teklif etmişti. Bu çekici teklife karşı Emiri'nin cevabı şudur: “Ben kitaplarımı milletim için topladım. Dünyanın bütün altınlarını önüme koysalar, değil böyle bir kitabımı, herhangi bir kitabımın bir yaprağını bile satmam!"
Ali Emîrî Peygamber sevgisini dile getirmek için başlı başına bir divan oluşturacak kadar çok sayıda şiir söylemişti. Ve hepsi de "noktasız"! "O'na bir nokta kondurmak benim haddim değil!" diyerek.