Ömer Bozkurt

Ömer BozkurtHer Yere Uzak Topraklar author
Author
Translator
Editor
9.6/10
5 People
15
Reads
3
Likes
2,094
Views

Ömer Bozkurt Quotes

You can find Ömer Bozkurt quotes, Ömer Bozkurt book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Marcel, ahlaki anlamda bağlanmanın en somut örneği olarak sadakat fiilini gösterir. Ona göre “Sadakat, bir insanın ahlaki yapılanması açısından vazgeçilemez bir etik şifredir.” Bu şifrenin yanlış anlamlandınimaları, ona değer kaybettirmiştir. Bu değeri tekrar bulmamızı sağlayacak olan soru, “Kime sadık olacağız.” sorusudur. Belki de gerçek sadakat, asıl mecburiyetimin kendimi gerçekleştirmek olduğu düşünülürse yalnızca kendime olan sadakattir. Kendime olan sadakat, kendi varoluşuma ya da kendi aktlarıma ya da tam da kendi bağlanmama olan sadakat demektir. Çünkü sadakat, deruni bir eğilimin davranışa dönüşmesidir.
Fulya BayraktarKitabı okudu
Hayata anlam vererek onu değerli kılmak, insanın kendisine, hayatına erekler koyması ile olanaklıdır. 'Erek'ler diyorum, bilerek 'erek' demiyorum. Erek tek olursa hele de somut bir şey olursa ona erişilince hayat yine anlamsız kalır. Vaktiyle bir genci tanımıştım, bütün gayesi bir Alfa Romeo'ya sahip olmaktı. Oldu da Sonra arabasıyla intihar gibi bir kazada öldü. Hayatta hiçbir gayesi kalmamıştı. Oysa erekler çok olunca, biri gerçekleşir, digerinin ardından gidilir. Bu da yaşam boyu sürer. Demek ki erekler koymak suretiyle yaşamın değerlendirilmesi, haklılaştırılması gerek.
Sayfa 25 - Ömer Naci SoykanKitabı okudu
Reklam
Felsefe aklın eseri olduğuna göre akıl her zaman doğruyu bulabilir mi? Descartes'ın tahlillerine itibar edersek akıl her zaman doğruyu bulamaz. Hele hele yine onun tabiriyle “müşrik akıl yani “vahiy nuruyla aydınlanmamış akıl” olursa. Tıpkı Seneca'nın Mesut Hayat adlı eserinde olduğu gibi. Descartes İsveç Kraliçesi Elizabet'e yazdığı ahlak mektuplarında Seneca'nın adı geçen kitabını tanıtırken filozofun birtakım hakikatleri doğru tespit etmiş olmasına rağmen birçok hakikatleri göremediğini söyler çünkü der, onun aklı iman nuruyla aydınlanmamış müşrik bir akıl idi.
Sayfa 29 - Süleyman Hayri BolayKitabı okudu
Felsefenin insanlara, özellikle felsefecilere 'hoşgörü' verdiği söylenir Buna doğrudur, denebilir. Ama doğru olmadığı zamanlar da var. Neden? Çünkü her felsefecide bu hoşgörüye rastlamak mümkün olmamaktadır. Felsefe bazı insanlara ve filozoflara hoşgörü verebilir? O da her felsefeciye değil. Halktan kimselere hiç değil. Herkese ve özellikle filozofa hoşgöru verebilseydi, John Locke Batı'da ilk defa görülen lüzum üzerine yazdığı Tolerans Üzerine adlı risalesinde “Mahkemede Katoliklerin ve ateistlerin şahitlikleri kabul edilmez.” diye yazmazdı. Sartre Aşkın varlığı temele aldığı için K. Jaspers'e 'kadavra' demezdi. Karl Popper doksan yaşında kendisini tenkit eden genç bir felsefeciyi herkesin önünde bastonla dövmezdi. Aynı Karl Popper Açık Toplum ve Düşmanları'nda Eflatun, Hegel, Marks, Fichte ve benzerlerine bir filozofa değil herhangi birisine bile yakışmaya ağır hakaretler ve küfürler savurmazdı. Hatta Bertrand Russel da İlimden Beklediklerimiz adlı kitabında Eflatun'a hakarette Popper'den geri kalmazdı.
Sayfa 31 - Süleyman Hayri BolayKitabı okudu
Günümüz insanının, giderek bir değer kaybı yaşadığı bu dünyada, yakalanması gereken varoluş sırrının bu “bağlanma" olduğunu ifade eder Marcel. Ona göre insan, kendini yitirmiş, kendinden uzaklaşmıştır. Kendisiyle beraber herşeyi yitiren insanın tek kurtuluşu, binlerce yıl önce Sokrates'in de vurguladığı gibi kendini bilmek olacaktır. Anlamını Tanrı'dan gelen bir çağrıya bir cevap-çağrı olarak bulan insan, şerefli bir varoluştur. Marcel'in insanlık şerefi dediği bu özelliğin fark edilmesi ise ancak, bağlanma'nın insanı hür bir varlık kılan gerçek anlamının keşfedilmesi ile mümkün olacaktır. Marcelci anlamda "bağlanma" hürriyeti ortadan kaldıran bir akt değil aksine hürriyetin kendisidir.
“Kendini dışa kapayan, gözü kendisinden başka hiçbir şey görmeyen bir ben, başka 'ben'lerle içten bir bağ kuramaz. Böyle bir bağ kurmadıkça da ben için bir sen yoktur. Sen diye bir varoluştan söz etmek için kendini bağlayan bir 'ben'e gerek vardır, 'sen'den söz ediliyorsa bu böyle bir 'ben'den ötürü, böylesi bir 'ben'in yönelişinden, kendini verişinden ötürüdür.”
Sayfa 54 - Fulya BayraktarKitabı okudu
Reklam
Bergson, hayat ve madde arasında gördüğü dayanışmadan bütün evrenin mistik ve tinsel bir yorumuna ulaşır. Ona göre “Evren, aşkın, sevmek ihtiyacının gözle görülen ve elle tutulan yardır, kainatta bulunan butün varlıklar da bu yaratıcı heyecanın neticeleridir, onlar da bu heyecanın kendi tamamlayıcısını bulduğu canlı varlıklar ile bu canlı varlıkların meydana gelmesini sağlayan sayısız başka canlı varlıklar ve sonra da hayatın doğmasını mümkün kılan sonsuz büyüklükte maddedir.” Böylece Bergson, bir yandan bütün evren ve varoluşun temelinde bir aşk, sevmek gereksinimi ve yaratma heyecanı görürken diğer yandan maddenin gerçekliğini ve evrenin (hatta canlının) maddesel yanını da yadsıyıp yok sayma gereği duymuyor. Çünkü o canlı dogayı ve onun içerisinde gelinen en son ve gelişmiş nokta olarak gördüğü insan varlığını ve maddeyi bir süreklilik ve dönüşüm ilişkisi içinde tasarlamaktadır.
Sayfa 160 - Levent BayraktarKitabı okudu
Sahip olmak Marcel'e göre insanın kendine yabancılaşmasının da hareket noktasıdır. Ona göre bugün toplumda insanlar istatistiki rakamlara indirgenmişlerdir. Sahip olmak, varolmaktan daha önemlidir. Herkesin işi, mülkiyeti ve yerine getireceği görevler vardır. İşte böyle bir dünyada insan, ister mülkiyet anlamında sahip olsun (avoir possesion), yani bir eve ya da bir otomobile sahip olsun, ister örtük bir sahiplik (avoir implication) söz konusu olsun, belirli bir niteliğe sahip olmak, bir zevke veya acıya sahip olmak gibi sahip olmak, insanı kendine yabancılaştırır. Nihayet, Bizim mülkiyetimizde bulundurduğumuz ev, kitap, fabrika, bahçe veya sahip olduğumuz fikir ve düşünceler bize sahip olur.”. Bizler, sahip olduklarımız tarafından tüketilmek tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Böyle bir dünya “Kırık bir dünyadır.”
Sayfa 49 - Fulya BayraktarKitabı okudu
Akıl Ne Zaman Yanlış Düşünür? Akıl hislerin tesirinden kurtulamadığı, basmakalıp telkinlere kapıldığı, kişinin menfaatı ön plana çıktığı, mizaç, huy, tabiat, bunalım gıbı iç hâllerin tesirinde kalıp sakın düşünemediği, yalnızlık hissi yaşadığı, hür düşünme itıyadının ve zihni cesarete sahip olunmadığı, düşünce hayatında geriliğın hâkim olduğu, müspet düşunce zihniyetinin olmadığı, kişinin çelişkiler içinde bocaladığı, doğru önermelere dayanmadan çıkarım yaptığı zamanlarda akıl dara yanılır, doğruyu bulamaz. Dolayısıyla bu noksanların gidenlmesi halinde ancak akıl hatadan, yanılmadan salim olabılır.
Süleyman Hayri BolayKitabı okudu
Hekim midesi ağrıyanı iyıleştirebilir ama filozof ruhu acıyanı sağaltamaz, en fazla ona felsefeyle nasıl ilgilenmesi gerektiği konusunda önerilerde bulunur. Nasıl ki örnek olmanın dışında bir kimse, bir başkasını ahlaklı yapamazsa, bunun gibi filozof da ruh acısı çeken birinin acısını dindiremez. Kişi kendi başının çaresine kendisi bakmalıdır. Psikiyatr veya psikolog, ruhsal sorunları olanlara yardımcı olabilir. Bunun gibi müzik dinlemek veya müzik yapmak ya da herhangi bir sanat dalı ıle uğraşmak da psikolojik anlamda ruhsal acıların sağaltımına ıyi gelebılır. Oysa felsefeden sağaltımı beklenen ruhsal acılar psikolojik değil fakat varoluşsaldır. Felsefe, psikolojik anlamda ruhsal acılara iyi gelmekten çok belki de tersi bir rol oynar. Bunun örneklerini çevremizde görüyoruz. Psikolojik sorunları olan kimi gençler, felsefeye ilgi duyuyor, iyileşmek bir yana daha da beter oluyor hatta bu durum bazen intihara bile varıyor.
Sayfa 23 - Ömer Naci SoykanKitabı okudu
23 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.