İnsan üzerine bir kavrayış hiç de akılsal yoldan temellendirilemez; tersine insan karanlık bir ilk temele bağlıdır. Bu, "Sturm und Drang” (Fırtına ve Atılım) akımı içinde yer alan Alman pietistlerinin ve önceme romantiklerin, Aydınlanmanın akılsal ve akılcı insan tasarımına/portresine karşı verdiği yanıttır da. Goethe bir keresinde Hamann üzerine bir değerIendirme yaparken şöyle demişti: "Herşeyi tek temele bağlamak kabul edilebilir bir şey değildir." Ve bu şöyle tamamlanabilir: İnsanı akılsal yoldan temellendirmek de. Heidegger'in başat heyecanları, ironi, cansıkıntısı, şüphe ve Korku'dur. Ve bunların hepsi zaten romantizmin de temel "yaşam duyguları”dır. Yolumuz ancak "içten" yönlenir. Novalis'in ünlü sorusu bu konuda şuar olmuştur: "Nereye doğru gidiyoruz böyle? Daima eve doğru." Ve Heinrich von Ofterdingen'den aşağıdaki alıntı, Heidegger'in Zamansallık kavramının şiirsel tanımı olarak anlaşılabilir: "Kendi dünyalarıyla sonsuzluk, geçmiş ve gelecek içimizdedir veya hiçbir yerde değildir, hiçtir." İnsanın tanıdığı şey, hissettiğinden fazlası değildir.
İlk olarak Rickert`n daha sonra Husserl’in öncülüğünde, içinde ki cevheri açığa çıkarma fırsatı bulan Heidegger, doçentlik tezini bitirip kendi değerini kanıtladıktan sonra dönemin otorite isimlerinin yöntemlerini kendi keyfine göre uyarlayarak bir nevi yerleşik düşünce düzenine meydan okumuştur. Hatta bu keyfilik öyle boyutlara ulaşmıştır ki yaşlı filozof Husserl, öfkesini gizleyemeyecek ve Heidegger’in güzel `fenomenoloji`sini berbat ettiğini söyleyecektir. Şunu da belirtmek gerekir ki Husserl de tıpkı Rickert gibi, yanında başka bir tanrının varlığına katlanamayan biriydi. Bu ünlü filozofların içinde kendi kişiliğini ortaya koymak isteyen Heidegger, gereksiz tevazunun aptallık olduğunu düşünerek şu iddialı söylemde bulunacaktı :
“Platon’la benim aramda doğru dürüst felsefe yapılmamıştır.”
Bu söz 20.yy da bir filozof tarafından ileri sürülebilecek en büyük iddia olarak, düşünce tarihinde yerini almıştır.
Yedi bölümlük bu büyük deneme, pek çok bakımdan alışılmadık, hatta benzersiz bir kitaptır. Bu kadar genç bir yazarın tabu olmuş, neredeyse peygamber sayılmış ve bazı çevrelerce etrafına bir esrar perdesi çekilmiş bir adamı, hakkında söz etmemeye sanki yemin etmiş bir küçük sırdaşlar grubu dışında kişiliği bilinmeyen bir adamı, böylesine teşrih masasına yatırdığı bir başka örnek yoktur. Hühnerfeld, büyük bir açıklık ve açıksözlülükle, filozofun kendi "varolana atılmışlık"ını, yani kişiliğini, sıkı bir şekilde gizli tutulmuş olan biyografisini deşerek sergiliyor.
İlk bakışta tıpkı bir dedikodu gibi, verimli ve odaklanılası şeylerden uzak, filozofun hayatının etrafında dolanıp durmuş görünüyor. Çemberin merkez açısından çok çevre açısında gezinmiş. .
Heidegger felsefesine yönelik amaçsal bir yaklaşımla okursanız eliniz boş kalabilir. Fakat yine de başka açılardan hoş bir kitap. Gerek farklı bakış açısı gerekse verdiği genel bilgiler göz önüne alındığında genel beğeniye son derece uygun.