Beyaz adam Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız onların İncilleri vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda, bizim incilimiz, onların toprakları vardı.
Çok usta gemici olan korsanlar da, fırtınalı gecelerde, gemilerin birbirlerine çarpmamak için dağılmak zorunda kaldıkları zamanlar saldırma adetini edindiler. Böylece denizin en karanlık efsanelerinden bazıları doğdu; bunların en korkuncu, okyanusları hayalet gemisiyle dolaşan ve fırtınalı gecelerde ortaya çıkıp gemileri batıran 'Uçan Hollandalı' efsanesiydi.
Zavallı kızılderili yerlilerin hızla yok edilmeleri öylesine korkunç boyutlara ulaşmıştı ki, sömürgeciler Afrika'dan siyah ırktan köle getirtmek zorunda kaldılar. Böylece, 1501'de tarihin en karanlık sayfalarından biri daha açılıyordu: Bu da zenci ticaretiydi.
İspanyollar Encomienda denilen bir sistemi uygulamaya başlamışlardı. Bu sisteme göre imtiyaz sahibine (encomiendero) yalnız bir toprak değil, köle gibi dilediği biçimde kullanabileceği bir miktar da yerli verilirdi.
Kanlı sömürgecilik tarihinin daha başından, kan rengiyle altın parlaklığı birlikte yürümüştü. Sömürgeler yıkılana kadar, altın ve kan, sömürgeciliğin damgası olarak kalacaktı.
Bir dili olan, ulus hâline gelmiş bulunan, şehirler kuran, bir dine, bir krala ve yasalara sahip, tarımla uğraşan, çalışkan, dansı ve müziği seven bu insanlara, kelimenin en kötü anlamıyla vahşi denilebilir mi?
Kolomb şöyle yazmıştı: 'O kadar dürüst ve ellerinde bulunan her şey konusunda o kadar cömert görünüyorlardı ki, onları görmeden inanmak mümkün değildir. Hiç geri çevirmeyecekleri için, kendilerine ait herşeyi istemek mümkündü. İsteyene istediğini hemen verirler ve bunu o kadar büyük bir zevkle yaparlar ki, aynı zamanda kalplerini de birlikte verdiklerini sanırsınız.' Ne yazık ki, çağının adamı olan Kolomb bile özellikle iyilikleri ve ruhlarının soyluluğu yüzünden bu adamları köleliğe sürüklemenin ne kadar kolay olacağını daha o zaman düşünmeye başlamıştı.
Ne yazık ki, 20. yüzyıl içinde altın arayanlar ve serüven peşinde koşan İngilizler, İspanyollar'ın Meksika ve Peru'da yaptıklarını tekrarladılar; Zimbabwe'den yüzlerce belki binlerce altın eşyası çaldılar, erittiler dağıttılar.
Aztekler(...)iki kap arasına kurdelelerle yerleştirilmiş gerçek kitaplar meydana getiriyorlardı. Ne yazık ki "uygar" Avrupa insanlarının bağnazlığı ve cehaleti bu varlığın sadece küllerini bırakacaktı: (...) İspanyol piskoposu Juan de zumarrege, elde edebildiği bütün aztek kitaplarını ve el yazmaları mi toplattı, (...) büyük bir piramit yaptırarak yaktırdı. Bu iğrenç ve barbarca kıyım Meksika'nın her yerinde tekrarlanacaktı.
İstilacılar tarafından odun yığınında yakılarak ölüme mahkum edilen ve cennete gidebilmek için hristiyan olmaya çağırılan Kübalı kabile reisi, cennette de beyazların olup olmadığını sordu; olumlu cevap alınca , ölümden sonra da böylesine acımasız insanlarla karşılaşmaktansa dinsiz olarak ölmeyi yeğlediğini belirtti.