En saf halimizle dünyaya geliyoruz. Büyüdükçe bölünüyoruz. Önce cinsiyetlerimiz bölüyor bizi, sonra sıfatlarımız. Bu bölünme elbette iyi. Biz insanlar onlarla varız. Fakat, onları kullanarak bazen kötülük de yapabiliyoruz, kötü davranışlarada maruz kalabiliyoruz. Bu unsurları istismar ediyoruz. Büyüdükçe, cinsiyetlerimiz ve sıfatlarımızla daralttığımız insanlık alanımıza bir garip haller ekleniyor. Öfke, kibir ve kıskançlıktan beslenen kötücüllerin her biri, cinsiyet ve sıfatlarımızı kötüye kullanarak kurulduğumuz o yerde alta kalan insanlık alanımızı zapt ediveriyor. Ve biz yetişkinlerin çoğu, deneyimli yaşlarımıza geldiğimizde, kaybettiğimiz insanlığımızın, kayıp olduğunu bile fark edemeyecek körlük prangalarına sahip olmuş oluyoruz.
Sorumlulukları ağırlaştırılmış, ihtiyar bir çocuk. Ağır Dağı kadar yüksek ve gerçek, Kaf Dağı kadar ulaşılmaz ve hayal üstü. Kırışan elleriyle birlikte yüreğide olgunlaşmıştı. Belli ki yüreğinde de vardı bu çizgilerden.
Sahi kaç penceremiz var?
Nerede, ne zaman, hangi penceredeyiz, belli değil. O gün içinde olduğum kafesimle, bugün baktığım pencere ve gördüğüm manzara aynı değil.
Kitapta bulunan hikayelerin hicbirinde kahramanların cinsiyeti belirtilmiyor. Bu durum okuyucunun algısına bırakılsa da okuyucuyu cok çarpıcı bir sekilde cinsiyet onyargisinin kirilmasina sürüklüyor. Bu konuda bende bambaska bir farkindalik yarattı. Bu defa kesin kadin ya da erkek kahraman dediğim hikayelerin aslında öyle olmadığını anlayınca tekrar okumak cok keyifli oldu. Her konuda olduğu gibi cinsiyet konusunda da ne cok tabumuz varmış, anlamış oldum. Hikayelerde tasvirleri cok begendim. Okuyucuyu sıkmayan metaforlar, bir kenara not alınacak lezzette. Cok, cok begendim. Hikayelerden birinde yazarin benim meslegime sahip bir "cinsiyetsiz" üzerinden de okuyucuya ters kose yapması ayrica keyiflendirdi. Keske bir seri olsa ve devamı gelse.. Herkesin okumasını tavsiye ederim.
Hayatımız hızlı akıyor, yoğun geçiyor ve de boşluğun kıyısında dolanıp duruyor. Acılarımızı, sevinçlerimizi, üzüntülerimizi ve de umutlarımızı belirli kategorilere hapsetmeden ağız tadıyla yaşayamıyoruz. Halbuki yaşamalıyız bir yakınımız vefat ettiğinde üzüntümüzü. Yaşamalıyız evladımız dünyaya geldiğinde sevincimizi. Yaşamalıyız ayrılık