Başlangıçta bütün özün birkaç ya da tek bir biçime üfürüldüğü yaşamı böyle anlayan ve bu gezegen çekimin değişmez yasasına göre dönüp dururken, böylesine basit bir başlangıçtan en güzel, en harika biçimlerin türemiş ve türemekte olduğunu kavrayan bu yaşam görüşünde gerçekten ihtişam vardır.
Quantum fiziği daha da önemli bir şeye açıklık getirmeye başladı. Son yapılan bir deney fizikçilere, gerçeklik dediğimiz şeyin biri tarafından ölçülmediği sürece var olamayacağını gösterdi.
Kuantum evreni aslında evrenin temel yapı taşıdır ve bugün ortaya atılan son kuramlara göre evrenin temel yapı taşı Planck sabitidir. Planck sabit, bir parçacığın enerjisinin frekansına olan oranıdır.
Sicim teorisi bize 4 boyutlu bir evrende yaşadığımız halde Planck boyutunda toplam 11 boyut olduğunu yani evrenin aslında 11 boyutlu olduğunu söylemektedir. 10 uzay ve bir zaman boyutu.
Elbette Einstein'in görelilik teorisinden söz etmeliyiz. Özel göreliliğe göre ışık hızında giden bir cisimde kütle sonsuza çıkarken zaman yavaşlamaya başlar. Bu durumda siz Işık hızında giderken dünyada örneğin 30 yıl geçtiğinde sizin için belki de 1 gün geçmiş olacaktır. Sonuçta her şey birbirine göre hareket halindedir. Hız ve konum bizim onu gözlediğimiz açıya göre değişir.
Genel görelilik kuramına göre ise iki nesne birbirleri üzerine "kütleçekim" olarak bilinen bir çekim kuvveti uygular. İki cismi birbirine çeken kuvvet, cisimlerin kütlelerine ve birbirlerinden ne kadar uzak olduklarına bağlıdır. Dünya'nın merkezi sizi kendisine doğru çekerken (ve sizi yeryüzünde tutarken) bile, sizin kütle merkeziniz de Dünya'yı kendisine doğru çeker. Kütlesi çok büyük olan Dünya, sizin uyguladığınız çekimi çok hafif hissederken, siz çok daha küçük kütleli olmanız nedeniyle Dünya'ya bağlı kalırsınız. Yani kütleli cisimler uzay zamanda bir çarpıtmaya yol açar.
Bugüne dek evrende 22 çeşit amino asit bulunduğu tespit edilmiştir, bunlardan 20 tanesi dünyada bulunur. Dolayısıyla bizim evrenimizdeki yaşam ya da organik yapı bu aminoasitlerden köken almak zorundadır. Ayrıca bizim evrenimiz karbon temelli bir kimyasal yapıya sahiptir, yani evrende yer alan bütün moleküller karbon atomunun çevresine dizilmiştir. Bu da evrendeki homojenik yapının en büyük kanıtıdır zaten.
DNA üzerindeki genlerin diziliş tarzları ve sayıları bir türü belirlemekte ve aynı alt maddelerden yapılmış protein moleküllerine sahip canlıların bir kısmı ağaç olurken bir kısmı insanı oluşturmaktadır. Öyleyse insanın diğer canlılardan üstünlüğü nedir? Aslında bilimsel olarak üstünlüğü yoktur ancak, insan, tarihin bir yerinde ayağa kalkmış -Homo Erectus- ve iki ayağı üzerinde durunca elleri serbest kalmıştır. Elleriyle avlanmış, toplayıcılık yapmış ve elleriyle bir şey yaptıkça beyniyle yaptığını düşünür olmuş, bu elinin motor becerilerini geliştirmiş, motor becerileri gelişen el beynin düşünme kapasitesini artırmıştır.
Bize saç rengimizi, göz rengimizi, boyumuzu, derimizin rengini, yani vücudun dıştan görülen kısımları ile içte bulunan organlarımızın tipini, şeklini, boyutunu ve cinsiyetimizi veren genetik yapımızdır DNA.
Genlerimiz bizi oluşturan en küçük birimlerin bir araya gelmesiyle oluşurlar. Yani bazların. Genetik materyalimiz dört adet bazdan oluşur, bunlar Adenin, Guanin, Citozin ve Timin. RNA'da ise Timin yerine Urasil bazı bulunur. Adenin ile Timin, Guanin ile Citozin karşılıklı olarak bir araya gelerek baz çiftleri oluştururlar ve bunların kombinasyonları ve dizilişlerindeki farklılıklar genetik yapımızı oluştururlar. Bu baz çiftlerinin belirli sayıda bir araya gelmesi bir gen parçacığını oluşturur ve bu gen bir karakterimizi belirler. Mavi göz gibi. Genler kromozomlar üzerinde dizilidirler ve vücut yapımızı ortaya çıkaran kromozom sayısı anneden 22 babadan 22 olmak üzere 44 adet kromozomdur. Anne ve babadan gelen eşey kromozomları dediğimiz X ve Y kromozomları ise cinsiyetimizi belirlerler. Anneden her zaman X kromozomu bebeğe geçer ve babadan ise X ya da Y kromozomu geçer. Yani spermlerin bazıları X bazıları Y kromozomu taşırlar. Bu yüzden döllemeyle birlikte bebeğin cinsiyetini belirleyen babadan gelen eşey kromozomdur.
Hücrelerimizde sadece mitokondri'nin DNA'sı farklıdır çünkü o aslında insanla birlikte yaşayacak şekilde zaman içinde evrimleşmiş bir bakteridir ve hücrenin ihtiyaç duyduğu günlük enerji ihtiyacının (buna ATP diyoruz) çok önemli bir kısmını sağlar.
Birçok felsefik görüş basitçe; bilginin bir üst alemde olduğunu ki, buna logos denir, bizim de aslında birer bilgi parçacığı- ide- olduğumuzu ve aklımızı kullanarak bilgiye ulaşabileceğimizi söyler
Yağ molekülü Karbon, Hidrojen, Oksijen ve Nitrojen atomlarının yan yana dizilmesiyle oluşur. Böylece son derece basit bir şekilde sözünü ettiğimiz moleküller o günkü atmosferin oluşturduğu koşullar nedeniyle yan yana gelip basit yağ molekülünü oluşturmuşlardır. Yağ molekülünün bir özelliği etrafina suyu çekmesi yani su sever olmasıdır ki, evrim için ilginç biçimde en önemli özellik de budur. Yağların bir de suyu sevmeyen kısmı vardır ki, o molekülün iç kısmında durur. Dış kısmı ise su ortamında suyu seven moleküllerin oluşturduğu yapıdır ve bu iki katmanlı yağ molekülü çevresine suyu sararak durur ve suyu içeri geçirmediği için su onun için bir zırh oluşturur.
İşte şimdi size ilk atamızı tanıtmaktan onur duyuyorum: Koaservat. Atmosferin bütün zararlı radyasyon etkilerinden uzakta, okyanusların tabanında, hidrotermal bacaların etrafında bundan 3,9 milyar yıl kadar önce hücreye benzeyen ilk yapı olan Koaservat işte böyle meydana geldi ve o bugünkü bilimsel bilgilerimiz ışığında o, tüm canlıların ilk atasıdır.