19.yy sonunda Çarlık Rusyasının siyasi durumu gelmekteydi. Avrupa'da doğan Sosyalizm ve Komünizm gibi fikirler Rus halkı tarafından kabûl görmekte ve otoriter Çarlık düzenine karşı kitleleri etkilemekteydi. Zengin yönetici tabakanın ve soyluların ihtişamlı hayatları, sefalet içindeki aşağı tabakadan insanların tepkisini çekmekteydi. Buna mukabil yönetim muhalif ve azınlıklara her geçen gün artan bir baskı politikası uygulamaktaydı. Buna hedef olan topluluklardan biri de Müslümanlardı.
Sibirya'nın Omsk şehrinin Bolşeriç kazası, Karagöl, Čarnalı, Yañavul Yılanlı, Kuygalı köylerinden toplanarak Üleñgöl avılında hepsi birleşip oradan haraket etmeye karar verirler. Ülengül'dan uğurlamışlardı onları Omsk'a kızak ve atlarla. Omsk'taki uzun bekleyişten sonra tekrar uğurlamışlardı. Meşakkatli tren yolculuğu başlamıştı, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Ama yine de Türk ve Müslüman bir ülkeye gidecekleri gerçeği tek tesellileriydi.
Muhacirler yorgunluktan bitap bir halde Odessa Limanına varmışlardı. Böylece trenle olan yolculukları sona ermişti. Onları Türkiye'ye götürecek olan Arapyan adlı Ermeni gemisini bekleyeceklerdi.
Dedem Türkiye'ye gelip, soyadı kanunu çıktıktan sonra Ural soyadını almıştır.Çünkü Ural Dağları'nın eteğine yaşlanmış o güzel köyünde bırakmıştı tüm çocukluk, gençlik anılarını, ailesini ve o güzel yaşantısını.
Türkiye kurulalı beri arz üzerindeki bütün Türkler için bir yurt, adeta ikinci bir vatan olmuştur. Türkistan Bağımsızlık Hareketinin önemli isimlerinden Alaşçı Mustafa Çokay bunu şöyle ifade eder: ""Her Türk'ün iki vatanı vardır: Birincisi kendi doğduğu topraklar, ikincisi Türkiye'dir." Atsız'ın daha veciz ifadesi