Her şeyi unutmak; her yaranın iyileştiricisi, her yaranın kurtarıcısı değil miydi zaten? Ya da bizler dayanamadığımızdan buna bir isim vermiş ve kendimizi avutmuşuzdur...
Sanat kimsenin görmediğini görmek, kimsenin duymadığını duymak, kimsenin dokunamadığına dokunmak, kimsenin hayal edemediğini hayal etmektir. Sanat aslında insanın kendi içinde dünyayı keşfetmesidir. Sanat hayatın ta kendisidir. Sanat her biri ayrı bir sanat olan varlıklar arasında asıl sanatçının varlığına doğru koşmaktır. Sanat her şeyde güzeli bulabilmektir.
İşte bizde geleceğimiz olan çocuklarımızı Mimar Sinan´ın, Ömer Seyfettin´in, Osman Hamdi Bey´in, Hafız Osman´ın, Mehmet Akif´in, Halide Edip´in, ve tarihimizin yetiştirdiği nice altın şahsiyetlerin izinde yetiştirmek adına Küçük Yazarlara da inanmak teşvik etmek lazım. Çocuklarımızın kabiliyetlerine bir ışık olması umuduyla kızımla bir yolculuğa başladık. Biz inanıyoruz ki dünyayı sadece aklıyla değil ruhuyla ve kalbiyle de görecek nesillerin yetiştirilmesinde belki küçükte olsa önemli bir adım olacaktır.
Şimdiden çocuklarımızın kalemlerine bol mürekkep, yüreklerine sevgi dolu sonsuz hayaller dileriz.
“Yeşilin en uçsuz bucaksız tonu... Güçlü ve narin, sert ve
yumuşak, denize bakmak gibi rahatlatan ama bakmaktan
yorulmayacağın, saatlerce bakacağın türden mi?’’
Babam, Barlas Karaer. İnsanların -onu tanıyan insanların-
ismini duymaları bile yüzlerinin korkulu bir hal almasını
sağlıyordu. Bunu sağlayan ise Mahzen’in kurucusu
olmasıydı. Acımasız ve otoriter biri olması da seçeneklerden
biriydi...