Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sultan Adanır Salihoğlu

Sufilerde Bir Nefs Terbiye Yöntemi Olarak Açlık yazarı
Yazar
9.0/10
8 Kişi
26
Okunma
3
Beğeni
579
Görüntülenme

Sultan Adanır Salihoğlu Gönderileri

Sultan Adanır Salihoğlu kitaplarını, Sultan Adanır Salihoğlu sözleri ve alıntılarını, Sultan Adanır Salihoğlu yazarlarını, Sultan Adanır Salihoğlu yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ebu Ali Dekkâk'a göre "İrade"
İrade (Hakk'a ulaşma arzusu, gönüldeki bir yanış,kalpteki bir ateş,içte bulunan bir sızı,iç alemi saran bir heyecan ve yüreklerde ilahi bir ateştir.
Ebû Ali Dekkâk der ki: İman,kalpteki bir ateş şeklinde tasavvur edilebilir ve ilim öğrenmenin ilk saiki imandır. Tasavvuf yoluna girmenin de ilk öncülü imandır ancak bu iman ateşi,ilim ve amel ile desteklenmedikçe sönüp gidebilir.İlim öğrenmek ise ilme susamışlar için bir şürbtür.
Şürb : tasavvuf;keşf ve tecelli temaşasıyla oluşan hususi haz.bu haz üç kademede olur.birincisi yarı sarhoşluk ki buna zevk denir.ikincisi sarhoşluk hâlidir ki buna şürb denir.Kitabı okudu
Reklam
Sufilere göre kişiyi marifete ulaştıran bilgi aracı kalptir.Bu sebeple kalbin dünyevî meşguliyetlerden uzak kalması ile idrakın artacağını savunan sufiler aç kalarak idraklerini artırmaya çalışmışlardır.Bu bağlamda Mekki "Kalp ferahlığından dolayı düşüncede dikkat ve hedefe yoğunlaşmayı "açlık ile kazanılan hasletler arasında saymıştır.Aynı şekilde Tirmizî, "Kalplerinizi az yiyerek temizleyiniz.Böylece kalbiniz saflaşıp incelir,sertleşir ve iffetli olup sakınır." hadisini aktararak şöyle demiştir: "Böylece kalbin tedavi olur,kötü huylardan arınır,günah arzusundan temizlenir." Kalbin tasfiyesini tavsiye eden Tirmizî bunun neden gerekli olduğunu ise şöyle açıklar: "Çünkü yakîn temiz bir mekan görmedikçe yerleşmez."bu sebeple marifete erişmek için öncelikli olan kalbin tasfiyesidir.
Kuranı Kerimi anlayabilmek için kişinin kibrini yenmesi,tevazu sahibi olması gerekmektedir.O halde tevazu,idrakı artıran bir haslet olmaktadır.Aynı şekilde açgözlülük de kişiyi azgınlığa götüren ve Allah'tan uzaklaştıran bir özellik olması bakımından hakikati bilmede bir engeldir.Bu meyanda Bayezid Bistâmî hz.ile ilgili anlatılan şu hikaye açgözlülüğün nasıl bir perde olduğuna örnek teşkil etmektedir: Bayezid Bistâmî'ye "Niçin açlığı bu kadar çok methedip duruyorsun?" diye sorduklarında şöyle cevap vermiştir: "Çünkü eğer Firavun aç olsaydı,asla: "En yüce Rabb'iniz benim" (Nâziât, 79/24) demezdi. Karun aç kalmış olsaydı,azmazdı (Kasas, 28/76) Sa'lebe aç olsaydı, bütün lisanlarda övülmüş olurdu. Halbuki karın doyunca münafıklığını açığa vurmuştu." Tokluk ve onun sebebi açgözlülük bu şekilde kınanmış;azgınlığın ve Allah'tan uzaklaşmanın bir sebebi olmuştur. Açlık tevekkül,rıza,kanaat gibi hasletleri kazandırmasından ötürü Allah'a yaklaşmada bir vesile sayılmıştır.Yani;dolu bir karın,özgüven ve duyarsızlık oluştururken;açlık,insana her daim Allah'a muhtaç olduğunu hatırlatmaktadır.
"Serrac hz.Oruç Adabı"
"Niyet ve maksadı sağlamlaştırmak, nefsin isteklerine karşı çıkmak, organları haram ve şüphelilerden korumak,yediği şeyin safiyetine dikkat etmek,kalbi kollamak,Hakk'ın zikrine devam,Hakk'ın teminatı olan rızkına fazla önem vermemek,kendi orucunu küçümsemek, eksikliklerinden dolayı ürpermek, ibadetini hakkıyla yerine getirebilmek için Hak'tan yardım dilemek."
"Yemeye Karşı Muhabbet Beslememek"
Mekki yemek konusunda bir edebe daha işaret etmektedir; bu da yemeye karşı muhabbet beslememek.Sufiler hem zahiren hem de bâtinen dünyaya rağbet etmemeye çalışmışlardır.Buna göre yemek yemeyi terk etmek gibi yemek yeme düşüncesini de terk etmek gerekmektedir çünkü kalp Allah dışında başka hiçbir şey ile meşgul olmamalıdır.Bu sebeple Hücvirî yemek yeme konusunda şart olanın "mübalağa etmemek,ileri gitmemek ve gece-gündüz kendini, bir lokmanın düşüncesiyle meşgul etmemek" olduğunu söyler.Hücvirî, "yemeye talip olan (manen ve zihnen) yemekle olur."sözünü de bu kapsamda değerlendirmemiz mümkündür.Bedenen aç olup zihni yeme düşüncesiyle meşgul olan kimse aslında aç kalmış sayılmaz. Mekki oruç tutan kimsenin vakit gelmeden önce yemek derdine düşmemesi gerektiğini;böyle yapmanın bir hata olduğunu söyler.Dolayısıyla oruçta kişinin bedenen ve zihnen;diğer bir ifadeyle zahiren ve bâtinen aç olması esastır.Bu duruma örnek olarak Sehl b.Abdullah gösterilebilir. Serrâc onun hakkında "Sehl yemeyi terketmemişti.Aksine yemek onu terketmişti.Çünkü kalbine doğan vâridât,kendisini yemek yeme düşüncesinden alıkoyuyordu." demiş tir.Sufilerin açlıktaki gayeleri nefslerini dünyevi arzulardan arındırmaktır;dolayısıyla nefs bu tür arzulardan kurtulduğunda yemek ve yememek onlar için bir olmaktadır. Kalbe girmediği,nefsi azdırmadığı ve düşünceyi meşgul etmediği sürece sufiler yemek yemekte bir sakınca görmemişlerdir.Aksine bu hale gelebilmek için riyazet uygulamışlardır.
Reklam
Hasan Basri hz. "Yemekte iki çeşit katığı bir arada yemeyin.O,münafıkların yemeğidir."demiştir.
"Gerçek Oruç"
Mekkî gerçek orucun şu şekilde olması gerektiğini belirtir: • Gözü serbestçe sağa sola bakmaktan alıkoymak, • Kulağı bir haramı dinlemekten yahut yalan konuşan ve boş işlere dalanların sohbetinden uzak tutmak, • Dili kendisini ilgilendirmeyen şeylere dalmaktan muhafaza etmek ve kendisine bir fayda vermeyecek konuşmalardan uzak tutmak, • Kalbi tamamen Allah'a bağlamak, • Yapmaktan çekindiği işleri düşünmekten de uzak durmak • Kendisine fayda vermeyen şeyleri temenni etmeyi terk etmek, • Eli haram bir işe yahut kötü bir fiile uzanmaktan uzak tutmak • Ayağı,hayır işleri dışında emir ve teşvik edilmeyen işlere gitmekten alıkoymak. Sufilerin oruç konusundaki bu bütüncül yaklaşımına göre oruç, "yeme-içmeden uzak durma"nın ötesinde düşünceye bile ket eylemine dönüşür.Her ne kadar buna eylem desek de aslında sufiler orucu bir eylemsizlik olarak görmüşlerdir.Bu eylemsizliği, gereksiz her türlü konuşma, dinleme,hareket hatta düşüncede oruç olarak değerlendirmek mümkündür.Burada gereksizden kasıt ise Allah için,Allah ile,Allah hakkında,Allah'a doğru vb.şeklinde birtakım edatlarla tanımlayabileceğimiz eylemler dışındaki her şeydir; yani merkezinde Allah olmayan her şey.Oruç meselesinde kapsayıcı bir yaklaşıma sahip sufiler bunun sonucunda hayatın her alanında oruçlu olmaya dair birçok fikir üretmişlerdir.Orucun faziletini artırmaya yönelik bu fikirler genel olarak sufilerin nefs terbiyesi anlayışlarını da yansıtmaktadır.
Hücvirî “Biz onları,yemek yemez birer ceset kılmadık" (Mü'minun, 23/115) ayetini de referans göstererek insanın gıda almaya muhtaç olduğunu bu sebeple tamamen yemeyi içmeyi terk etmenin mümkün olmadığını da söylemiştir.Yani oruçtan kasıt kesinlikle yemek ve içmekten uzak durmak değildir;oruç kendi vasıtasıyla insanların birtakım ahlaki değerleri öğrenmesi gereken bir ibadettir.Dolayısıyla yeme-içmeden uzaklaşarak tutulan orucun yanına birtakım hasletler daha eklenmelidir ki oruç bu şekilde kişinin nefsini terbiye etmesine vesile olsun.Bu noktada sufiler birçok tavsiyede bulunup orucu ahlaki bir ilke haline getirmeye çalışmışlardır.
Mekkî,şu sözü nakletmiştir: "Mümin,ceylan yavrusuna benzer; bir avuç değersiz hurma,yine bir avuç kavut/kavrulmuş un ve bir yudum su ona yeterli gelir.Münafık ise yırtıcı hayvan gibidir;yuttukça yutar,doldurdukça doldurur!Ne komşusu da yesin diye yiyeceğin den kısar,ne de fazla geleni kardeşine ikram eder.Sizler,fazla yiyeceklerinizi kardeşlerinize ikram ederek,ahiretinize bir iyilik olarak gönderin!"
53 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.