"dalgalanmadan durulmaz der Mustafa Kutlu bir hikayesinde. dalgalanacağız önce, sonra durulacağız. dalgalanmayı öğrenmenin bir parçası saymazsak eğer, devam etme gücünü kendimizde bulamayız."
"özgüven, ben şöyleyim ben böyleyim, şunu yapıcam bunu yapıcam, diye ortalarda dolaşıp hayallerini satan insanlara değil, kendinlerine verdikleri sözleri tutan insanlara bahşedilir."
"çoğu zaman sakin, sıkıntısız zamanları kolluyoruz öğrendiklerimizi uygulamak için. lakin o vakitlerde, o bilgilere gerek yok ki. öğrendiklerimiz kriz anlarında işe yaramıyorsa, bilginin hamallığını yapmış oluyoruz."
"Sadece iki dakika birşey bakıp çıkacağım." dediğimiz internetten saatler sonra çıkabildiğimizde de, vaktimizi faydasız işler ve insanlarla geçirdiğimizde de zamanı nasıl hoyrat kullandığımızı fark edemeyiz çoğunlukla. Nouman Ali Khan, "Kötü ameller zamanın yanlış kullanılmasından ortaya çıkar." der.
Bir kapı kapandığında, diğer kapıların benim onu çalmamı beklediğine inanıyordum. Elbette daha uzun bir yolculuğa çıkacağımı da biliyordum ama kısa yoldan ulaşacağım güzelliklerin çok daha fazlasının o uzun yolda olduğuna zamanla ve Rabbimin ikram ettikleriyle daha çok inanır oldum.
Çok mutsuz bir sabaha uyandığında o gün kendine "Sadece iyilikleri ve iyiyi görmek isteyeceğim" diye söz ver. Gün sonunda bir bak bakalım, karşına neler çıkmış. Bunu denediğim her gün, iyilerin ve iyiliğin umudu yayılıyor bedenime.
Hayata olumlu bakmanın, bizim ülkemizde, "Polyannacılık"tan öte bir karşılığının olmadığının farkındayım. Sanki boş bir inançtan bahsediyor gibi, safça bulurlar insanlar bu duruşu. Sürekli eleştirmenin, beğenmemenin bir tür öğrenme yöntemi olarak kullanıldığının da farkındayım. Olumsuz cümleler kurmak gerçekçi olmaktır çünkü bazıları için. Lakin bildiğim bir şey var ki, düşünce, his ve davranış birbiriyle çok ilgili. Kötü düşünen, kendini kötü hissediyor, kendini kötü hisseden, yeni bir adım atmak için cesaret bulamıyor kendinde. Cesareti olmayan da aynı kısır döngünün içinde dönüp duruyor.
Bir hususa dair düşüncelerimiz “hassasiyet “ mi “takıntı” mı olduğunu kullandığımız dil belirliyor. Yargılayıcı, suçlayıcı, kaygılandırıcı ve değersizleştiren bir dille ifade edilen düşünceler takıntı, yargılamaktan ve suçlamaktan uzak, güven veren ve muhatabı değerli hissettiren bir ifade ediş de hassasiyettir bana göre. Yiyeceklere, çocuklara, aileye, dine, anneliğe, doğaya, hayvanlara dair olabilir bu cümleler. Bu ayrıma bakarsak, hassasiyetini kaybetmiş takıntıların verdiği zararı görmek kolaylaşır diye düşünüyorum. Takıntılı düşüncelere dair hassasım vesselam.