İNSANLAR vardır, işleri yolunda gitse de kaygılıdırlar. İlişkilerinde de aşırı duyarlı olan bu kişiler yaşadıkları günlük sorunlar karşısında kendilerini yetersiz bulur, kolayca depresyona girerler. Belirsiz kaygılar ve aşırı duyarlık, sürekli sıkıntılı ve ger gin olmalarına, umutlarını kolayca yitirmelerine neden olur.
Dikkatlerini toplayamadıkları ve yanlış yapmaktan çok korktukları için karar vermede güçlük çekerler. Büyük zorlukla bir karara ulaşabilseler bile, yapabilecekleri yanlışlar ve bunların doğurabileceği olumsuz sonuçlar üzerinde aşırı bir kaygı sürdürürler. Bu insanların üzüntü konusu yaratmadaki hayal güçleri sonsuzdur. Bir üzüntü konusu ortadan kalktığı anda yeni bir sorun bulunur ve sonunda çevrelerindeki kişilerin sabrı tükenir.
Üzüntüler gece yatağa girdikten sonra da bitmez. Günlük olaylara ilişkin kaygılara, geçmişte yapılmış yanlışlar ve gelecekte ortaya çıkabilecek güçlükler eklenir. Bu düşünceler sona erip uykuya dalındığında da kaygı içerikli rüyalar görülür ve ertesi sabah başlayan gün de kaygıyla karşılanır.
“Daha antikçağda sofistler ve filozoflar çarpışıyorlardı. Birinciler, diyalektiğin incelikleriyle veya kelimelerin büyüsüyle öne çıkmaya çalışıyorlar, ikinciler ise öğrencilerinden somut olarak belli bir hayat tarzına bağlanmalarını talep ediyorlardı. Sonuç olarak, bu durum, bazı çağlarda bir eğilimin,
bazılarındaysa diğerinin ağır basmasıyla sürüp gitti. Sanyorum ki, filozoflar hiçbir zaman "konuşma hazzı"yla duydukları tatminden
asla kurtulamayacaklar. Her ne olursa olsun, felsefenin derin ilhamına (bu ilhama Sokratik de denilebilir) sadık kalmak için felsefi söyleme dair yeni bir etik önermek gerekir. Bu etik sayesinde filozof, kendisini kendinde bir amaç olarak almaktan, daha beteri felsefeyi filozofun belagat sergilemesinin aracı olarak görmekten vazgeçecek; tersine felsefe, kendini aşmanın bir aracı haline gelecek ve evrensel akıl ve baskalarına açılma boyutuna geçis yapacak.”
Orta doğu kökenli bir halk masalı olan Alladin'in Sihirli Lambası hikayesini biraz andırdı. Yürüyen Şato'daki karakterlerden farklı, yeni karakterler ile karşılaşıyoruz. İlk kitaptaki bazı olayların devamını ve karakterleri tekrar görme şansımız da oluyor. Keyif alarak okuduğum bir kitap oldu.
Halıcı olan Abdullah'e eski ve büyülü bir halıyı satmak için bir adam gelir. Abdullah test ettiği halıyı pazarlık yaparak alır. Fakat daha sonra halıya emir verse bile yerinden oynatamaz. Üzerinde uyuyan Abdullah kendini güzel bir bahçede bulur. Bahçenin bir sarayın bahçesi olduğunu anlar ve bir prenses o vakit bahçede gezmektedir. Abdullahprensese vurulur ve onunla evlenmek ister. Duygularını açamadan prenses kaçırılır ve Abdullah onu bulmak için yollara düşer.
Uçan ŞatoDiana Wynne Jones · İthaki Yayınları · 2011274 okunma
İnsanın küçücük dünyasından kurtulup nefes alacağı yerler olmalı..
Aslında vardır her insanın nefes alacağı yerler..
Bazen bir durup düşünmek yeter..
Nefes almaktan kasıt nedir onu bi düşünmeli insanoğlu.
Uçsuz bucaksız gökyüzü yetmez mi nefes almaya?
Pamuk gibi bulutları görmek yetmez mi?
Sıcacık güneşi hissetmek yetmez mi?
Her gün çicek açan ağaçlar yetmez mi?
Her doğan gün yeni bir yaşama gebe değil midir?
Tefekkür etmek en güzel nefes alma aracı değil midir?
İnsana maddi anlamda veremeyeceği huzuru manen çok iyi verir...
Bazen bi rüzgar yeter insanı silkelemeye. Bazen de o kadar derin bir uykudadır ki insanoğlu kasırgalar, şimşekler anca uyandırır bedenini, ruhunu..
Nefes almak isterse insanoğlu akletmeli, düşünmeli..
Her yeni gün nefestir insana.
Anlayana, anlayabilene..
Nefes demek huzur demektir.
Peki gerçek huzur nerededir?
Gerçek huzur nasıl bulunur?
Kalpler gerçek huzuru nasıl tadar?
"ᴋᴀʟᴘʟᴇʀ ᴀɴᴄᴀᴋ ᴀʟʟᴀʜ'ı ᴀɴᴍᴀᴋʟᴀ ʜᴜᴢᴜʀ ʙᴜʟᴜʀ"
Uyanacaklara, uyanabilenlere selam olsun...
Cassie, geçimini sağlamakta zorlanan bir sanatçıdır. Tahliye edilmenin eşiğindeyken "gerçek olamayacak kadar iyi" bir daireyle karşılaşır. Şüpheli bir şeyler olabileceğinden şüpheleniyor. Yeni oda arkadaşı hiç de normal değil. Geceleri çalışıp gündüzleri uyuduğunu iddia eden Frederick, odaları kilitli tutuyor ve kraliyet aşk romanları okumayı seviyor. Ancak Cassie buzdolabında kan torbaları bulduğunda işler karışmaya başlar.
"... Salih Ağa, köyün zengin adamlarından biridir. Lakin, kılık kıyafet itibariyle bir dilenciden hiç farkı yoktur. Kışın en soğuk günlerinde bile, onun çorap giydiğini hatırlamıyorum. Ökçesi basık pabucunun içinde, kara ve çatlak topuklu ayakları, ellerinden ziyade ortadadır. Denilebilir ki rüşeymi ve yeraltı kişiliğinin bütün ifdesi bu ayaklarda toplanmıştır. Rahat mıdır? Sinirli midir? Bir arazi meselesinde, köylülerden birine, bir oyun oynamak üzere midir? Sizin hakkınızda ne düşünüyor? Bunları anlamak için hemen ayaklarına bakınız. Eğer bunlardan birinin başparmağı oğulmakta ise Salih Ağa'nın canı bir şeyler sıkılmış demektir. Eğer bunlardan biri ayakkabıyı, parmaklarının ucunda hafif hafif oynanmakta ise, biliniz ki, keyfi yerindedir. Çıplak tabanlarını sizin yüzünüze doğru uzatıyor ve hareketsiz duruyorsa, yeni gasb ettiği bir lokmanın hazım devresini geçirmektedir. Fakat sizin hakkınızda bir fesat kurmakla meşgulse, bu ayaklar, iki büklüm onun altında saklıdır. Sinsi sinsi, bir ava doğu yaklaşan tilkinin adım atışlarını hiç görmedinizse, Salih Ağa'nın yürüyüşüne bakınız. ..."
Moral cesaret yanlışların düzeltilmesiyken, onun kontrastı olan yaratıcı cesaret yeni bir toplumun inşasında yeni biçimlerin, yeni sembollerin, yeni modellerin bulunmasıdır.
"Çünkü insanların kalbinde ev sahibi olmak mümkün değildir. Kısa, uzun, muayyen bir müddet için, insan bir kalbe girer, sonra yerini yeni kiracılara, daha çok bedel veren kiracılara bırakır, gider."