1862 yılında otuz iki yaşındaki Lev Tolstoy, henüz on sekizindeki Sonya Behrs ile evlenmeden birkaç gün önce aralarında hiçbir sır olmaması gerektiğine karar verdi. Bu kararın bir parçası olarak günlüklerini ona okuttu ve genç kızın hem ağlaması hem de oldukça kızması onu çok şaşırttı. Günlüklerine eski aşk ilişkilerini yazarken yakında yaşayan
Bir gün, hayatındaki engelleri aşamamaktan yakınan bir adam dostlarının da tavsiyesi üzerine kulübesinde yalnız başına yaşayan bir bilgenin yanına gelir ve “Efendim ben, önüme çıkan engellerin hiçbirini aşamıyorum. Ne yapmam gerekiyor?” diye sorar.
Bunun üzerine bilge, adamı da yanına alarak pencerenin önüne kadar gelir. Camda kanatlarını açmış ve dışarı çıkmak için çırpınan bir kelebek vardır. Kelebek yorulmaksızın dışarıya çıkmaya çalışmakta, devamlı olarak cama çarparak yere düşmektedir. Bilge yavaşça, kelebeğin çıkışını kolaylaştırmak için camı açar. Ama bu da işe yaramaz. Kelebek çırpındıkça çırpınıyor ve her defasında cama çarpmaya devam ediyordur.
Bunun üzerine bilge, yanındaki adama döner ve şunları söyler:
“Kelebek dışarı çıkması için gerekli olan tek yolun, şeffaf oldukları için dışarıyı gösteren, ama gerçekte kapalı olan camlar olduğunu sanıyor. Oysa birazcık geri çekilip şöyle genel bir bakış açısıyla baksa, onun dışarı çıkması için kocaman bir açık pencerenin olduğunu görecektir. Ne var ki, bütünü göremeyip sadece bir noktaya odaklandığı için, kendisini odanın içinde tutsak kalmaya mahkûm ediyor.
İşte hayat da bazen önümüze aşılmayacak engeller çıkarır ve yaşamı adeta bize dar eder. Bu durumda yapılması gereken tek şey, bir iki adım geri çekilmek ve sakin bir kafa ile düşünerek, genel bir kavrama becerisi ve bakış açısıyla yeniden hareket ederek çıkış yolunu tekrar aramak ve bulmaktır.”
“Uzmanlar buna ‘Ördek Sendromu’ demiş. Yani tatlı su birikintisinin üzerinde hiç çabalamadan kayıyormuşçasına süzülen ördeklerden yola çıkmışlar. Birçok insanın, o ördeklerin suyun üzerinde zahmetsizce ilerlediğini sandığını, ama yol alabilmek için o suyun altında ördeklerin nasıl çırpındıklarını kimsenin fark etmediğini gözlemlemişler ve bunu gerçek hayata uyarlamışlar..
Dışarıdan gördüklerimizin başka, derinde yaşananların bambaşka olabileceğini, ön yargılarınızın sizi çoğunlukla yanıltabileceğini unutmayın. Kimin ne sınavlar verdiğini bilemeyiz. Hayat kimseye ekstra bir şey sunmuyor. İnsanları uzaktan yargılamayı, hikâyelerini hiç bilmeden konuşmayı ve süreci anlamadan sonuca ulaşmayı nedense seviyoruz. Hayat ne ekranlarda gördüğünüz gibi toz pembe ne de bir davranışla yargıladığınız kadar karanlık. Suyun üzerine bakıp da hiç kimseye ‘Hayat sana güzel’ demeyin. Bir gözünüz de suyun altında olsun lütfen. Çünkü asıl hikâye orada yaşanıyor..
Şimdi kendine şu soruyu sor:
Hayat başkalarına mı güzel,
Yoksa ben mi yaşamayı bilmiyorum?…”