Çok sevgili babam, Geçenlerde bir ara, neden senden korktuğumu savunduğumu sormuştun. Her zaman olduğu gibi sana verecek yanıt bulamamıştım; bunun nedeni kısmen sana karşı gerçekten duyduğum korku, kısmen de bu korkuyu gerekçelendirmek için konuşurken aşağı yukarı bile olsa toparlayamayacağım kadar çok ayrıntının gerekiyor olmasıdır. Sana burada yazılı yanıt vermeye çalışsam, yanıtım epeyce eksik kalır, çünkü yazarken bile korkum ve bunun sonuçları beni senin karşında durduruyor, çünkü konunun boyutu belleğimi ve aklımı fazlasıyla aşıyor.
Her gün yaptığımız şey, özlemlerimizin ardından, rastlantıların rüzgârıyla, sağa sola, yukarı aşağı gitmektir. Ne istediğimizi ancak bir şeyi istediğimiz anda düşünürüz; şu her yatırıldığı yerin rengini alan hayvan gibi değişir dururuz.
Sayfa 153
Reklam
Fakir ülkeleri fakirleştiren şey zenginlerin üretkenliğinin göreli olarak düşük olması. Bu yüzden ülkelerinin fakir vatandaşları yüzünden fakir olduğu yönündeki her zamanki eleştirileri tamamen yanlış. Fakir ülkelerdeki zenginler fakirleri ülkelerini aşağı çekmekle suçlamak yerine, kendilerinin neden zengin ülkelerdeki zenginler gibi ülkelerini daha yukarı çıkaramadığını sormalılar.
Maçın ilk dakikalarında on kişi kalmak gibi bir şey, akşam Tekel bayisinde 216 bulamamak gibi bir şey. Ya da hiç beklemediği bir anda, O'nun bir apartman tepesine çıkıp kendini boşluğa bırakması gibi bir şey. Betonda kan izi, çevrede meraklı kalabalık. Ve hâlâ nefes almak, ay sonunu düşünmek, rakıyı bırakıp biraya yüklenmek, elin arada bir 14'lüye gitmesi, eski bir aşkın izini sürmek, konuşma isteksizliği, sağır olma isteği, damarlarda dolaşan yedi kilo kan, iki kilometre sinir, yaşamak aşağı yukarı böyle bir şeydi herhalde.
Duvarın önündeki yamaçta, dışa doğru çıkmış bir taş vardı. Bu benim taşımdı. Çoğu zaman o taşın üzerine oturur ve zihnimde aşağı yukarı şöyle gelişen bir oyun başlatırdım: “Ben bu taşın üzerinde oturuyorum. O da benim altımda.” Taş da, “Ben” diyebildiği ve düşünebildiği için, “Ben bu yamaçta yatıyorum. O da üzerimde oturuyor,” derdi. Ondan sonraki soru şuydu: “Taşın üzerinde ben mi oturuyorum, yoksa onun üzerinde oturduğu taş ben miyim?” Bu soru beni her zaman şaşırtırdı. Ayağa kalkar, kimin ne olduğunu düşünmeye çalışırdım. Soru tümüyle yanıtsız kalır, kararsızlığımı garip ve büyüleyici bir karanlık duygusu sarardı. Önemli olan, bu taşın benimle gizemli bir bağı olmasıydı. Taşın bana sunduğu şaşırtmacayı düşünerek üzerinde saatlerce oturabilirdim.
ATSIZ'DA ASKERLİK-ORDU-SAVAŞ-DİSİPLİN 31 Ağustos 1962 tarihinde çıkan Millî Yol dergisinin 31. sayısını elimize alınca, İzmirli Türkçü gençler olarak ne kadar heyecanlandığımızı hatırlıyorum. Orta sayfada Atsız'ın "30 Ağustos ve Türk Ordusu" başlıklı yazısı yer alıyordu. Yazıyı defalarca okumuş, birbirimize aktarmıştık. O
Reklam
Önemli olan, aşağı yukarı senin kadar batık birini bulmaktır. E malum: Adamın derdi seninkinden az ise dinleyesin gelmez, derdi seninkinden fazlaysa da utanır, konuşamazsın. Dert anlatacak birini bulmak da başka derttir vesselam.
İşte öyle bir şey yazmak istiyorum ki yukarı bakılsa mai ve daima mai, aşağı bakılsa siyah daima siyah...
Karanlık çöküyordu, soyunup birlikte yavaşça yorganın altına kıvrıldık. Birbirimize sarılırken, birbirimizin içinde erimeye başladık. Yavaşça ve nazikçe vücudumu okşuyordu, ışığı gövdemin üzerinde bir aşağı bir yukarı geziniyordu. Telaşsız, stressizce sanki onu besleyen bir yemekmişim gibi, seksin her anında her bir parçamdan zevk alıyordu.
Gollum - Smeagol Hikayesi
"Uzun bir zaman sonra, ama yine de zamanımızdan çok yıllar önce. Ulu Nehrin kıyısında Yabandiyar'ın sınırında eli uz, ayağı sessiz küçük bir ahali yaşarmış. Sanırım, Ülkenler'in babalarının babalarıyla akraba bir hobbit türündenmişler bunlar, çünkü Nehir'i çok seviyorlar ve içinde yüzüp kamıştan küçük kayıklar yapıyorlarmış.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.