Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Sevabıyla günahıyla artık aramızda olmayan ama millet, devlet yolunda bilimsel, kültürel, siyasal, diplomatik sahalarda pek çok hizmet vermiş olan bu insana karşı rahmet ve mağfiret dilemek, bizim insanî görevimizdir. Son sözleri, Türkiye'ye döndükten sonraki dört yılında kendisiyle birlikte olan, Rıza Nur'u gerçekten seven ama malûm Hatirat ile büyük bir sükût-ı hayale uğrayan merhum Hüseyin Nihal Atsız'a bırakıyorum: Rıza Nur, son derece şuurlu, uyanık ve engin bir sevgiyle Türklüğe bağlı idi. Her konuda bir fikri, hem de derin ve kendisine mahsus fikri olan bir mütefekkirdi. Bütün ömrü boyunca Türklük için yaşamış ve ölümü de o uğurda olmuştur.
Sayfa 252Kitabı okudu
Kendisine bu derece hucum edilmesinin sebebi ise Büyük Larousse Ansiklopedisi'nin Fransızca baskısında “Dr. Rıza Nur” maddesine genişçe yer verilerek, “Türk fikir, kültür ve siyaset hayatına yön veren bir kişi” olarak sunulmasıdır. Nadir Nadi, Hüseyin Cahit Yalçın, Ziya Şakir, Vâ-Nû gibi birçok yazarın kendisine karşı cephe almasını “normal karşıladığını” söylemekle birlikte cevapsız da bırakmayan Rıza Nur, bunu da “Umumî efkârı zehirliyorlar. Bir kıymeti yok ama. Bari hakikatleri yazayım." diye yapar. Yalnız kendisine cephe açanlardan Refik Halid (Karay)e çok içerler. Onun 150'likler listesinde olmasından, Sevr’i imzalamasına kadar tüm geçmişini ortaya döker: "Onu onyedi-onsekiz yaşlarından beri ta Şam'daki ve Halep'deki zamanına kadar bilirim. Ona cevabım şundan ibarettir: Topların maksimum çapı kırk ikiliktir. Vatan hıyanetinin de çapı yüz elliliktir . O bu devletin idam fermanı olan Sevr Muahedesi’ni harıl harıl olanca gayretiyle yaparken, biz o paçavrayı yırttık, Lozan'ı yaptık. Tû kahbe felek! Bir Sevr’ci bir Lozan'cıyı tahkir ve ithama kalkıyor. Tû kahbe, dönek felek!..."
Sayfa 236Kitabı okudu
Reklam
Prens Sabahattin'den Gelen Mektup
Türkiye'de savaş devam etmektedir. Prens Sabahattin'den Rıza Nur’a bir mektup gelir. Oysa Prens Sabahattin'le araları açıktır. Prens Sabahattin mektupta der ki: “Türkiye nasıl olsa bitmiştir. Fransız ordusu hücum edecek. İstanbul'a girecek. Size bu mektubu getiren zat ile sözleşiniz, beraber gidiniz. Bize bir vazife düşüyor, halk mukavemet edip, kırılmasın. Bizler halkı ikna edip, mukavemet ettirmeyelim...” Mektubu getiren “zat” yüksek rütbeli bir Fransız subayıdır. Rıza Nur, Prens Sabahattin’in bu tavrını açık hıyanet olarak görür. “Bu millet yurdunu müdafaadan menettirilir mi? Ölecekse vatan yolunda ölsün. Vatan müdafaası yapmayıp da kırılmayacak olanlar sanki sağ kalıp da ne yapacaklar?" diyerek, Sabahattin'e de “Ben artık politikadan çekildim. Böyle bir işe karışmam. Ekmeğimi kazanmakla meşgulüm” şeklinde bir cevap yazar. Cevaben daha şiddetli şeyler yazmak istediğini ancak düşman memleketinde olduğu için, bunun kendisi için felâket olacağını düşündüğünü söyler. Rıza Nur, Prens Sabahattin’in savaş boyunca İsviçre'de oturup, Fransızlar için çalıştığını ve onlardan para aldığını, bu mektubun da bunu teyit ettiğini öne sürer.
Sayfa 127Kitabı okudu
Üzülerek bitiriyoruz...
Dr. Rıza Nur, 8 Eylül 1942 Salı günü, yazı masası üzerindeki dergisinin 19, sayısına müsvedde ve tashih üzerine başını koymuş bir halde ölü bulunmuştur. Rıza Nur'un üzerine manevi oğlu Atsız, kalan yazılarla 18 Fylul 1942'de 18. sayıyı yayımlar. Rıza Nur'un Tanrıdağ'da yayımlanan "Millî ilâhi"sinin sonu şu cümleyle bitiyordu: "Sen
Sayfa 243Kitabı okudu
Rıza Nur Gurbet Yolunda...
Pasaportu aldım. Ertesi gün polise kaydettirdim. Haremimin rahatsızlığından dolayı, tedavisi için Parise götüreceğimi ve izin verilmesini bir telgrafla Millet Meclisi Reisi'ne bildirdim, Akşam da vapura bindim. Aksi… Vapur da miadında kalkmadı. Birgün daha kaldı. Benim hesabım ise, vapura binerken telgrafi veriyorum. Telgraf gidip, onlar haber alıp, beni gitmekten men edeceklerse mene teşebbüs edinceye kadar biz Çanakkale Boğazı'nı aşmış olacağız. Olmadı. O bir günü müthiş bir heyecan içinde geçirdim. Bir cehennem hayatı oldu. Bu adamlar beni göndermez, vapurdan alırlar zannındaydım. Bereket versin işi bir müddettir güzel idare ettim. Ankarada iken haremimin şiddetli hastalıktan bahis telgraflarını Meclis Reisi'ne göstermiştim. Zannımca bunlar yardım etti. Ne ise vapur kalktı. heyecanlıyız. Hele haremim o esnada morfinden deli. "Aman bizi vapurdan alırlar" diyor, titriyor. Beni de daha ziyade korkutuyor. Çanakkale Boğazı'ndan geçiyoruz. Bir daha Türk topraklarına hasretle bakıyorum. Her bakışımdan onlara bir aziz veda, uçuşup gidiyordu. Yüreğim onlara gidip kalmak istiyordu. O topraksa bana mağrur güzeller gibi ve bakıyorlardı… "A, topraklar, A, kıymetli taş, kum, su, ot ve ağaç! Beni biliyorsunuz, içimdeki duyguyu heyecanı anlıyorsunuz! Ben zavallı yine sizin için gurbete gidiyorum. Neler çekeceğim?!" diyordum. Prof. Dr. Rıza Nur
'Bin tehlike altındayız… Ecnebi devletler işte böyle bizim ciğerimize pençe atıyorlar. Biraz daha gayret ederlerse Türkiyedeki karıncaları da ekaliyet yapacaklar. Bu ecnebi unsur bir belå ve mikroptur. Bunları ve keza Kürtleri devamlı bir temsil üzere ayrı dil ve ırklıktan tecrit etmelidir. Prof. Dr. Rıza Nur
Sayfa 204Kitabı okudu
Reklam
Evet, okuyup da Rus olan bir kız veya oğlan mevcut olacağına ölsün daha iyi...
Azeri Türklerinin çoğunun Rusçayı anadilleri gibi rahat konuşmaları da rahatsız eder Rıza Nur'u. "Çar idaresi 50 yıl daha kalsaymış Kafkasyada da Türk kalmayacakmış…" sözleriyle endişelerini dile getirir. Yine Türk kültürünün kayboluşuyla ilgili duyduğu bir vakayı anlatarak şöyle der: "Kırk yıl kadar evvel Baküde bir mollanın kızı Rus mektebine gitmiş, okumuş, çarşafsız sokağa çıkmış, halk üzerine üşüşüp kızı öldürmüşler, Bu vaka çirkin bir cinayettir. Fakat diğer bir cephesinden bakınca halkın binefsihi ve sevk-i tabii ile mevcudiyet ve beka müdafaasıdır. Bu sebeple cinayet değil, büyük bir kahramanlık. Büyük milliyetperverlik, yüce bir meziyettir. Evet, okuyup da Rus olan bir kız veya oğlan mevcut olacağına ölsün daha iyi; yahud bu tehlikeden Türk çocukları cahil kalsın herhålde evladır. Türk çocuğu tenevvür etmeli, fakat esas şart olarak Türk kalmalı."
Sayfa 169Kitabı okudu
Kurtuluş Savaşı'nı Anlatan Rıza Nur Bey
"Bütün tafsilatı ile fedakârlarının, kahramanlarının adlarıyla yazılması lazımdır. İçlerinde bulunmadım. Yazamam. Aralarında bulunan biri yazıp tarihe tevdi etmelidir. Hatta bunların adlarını havi oralarda birer abide dikmelidir. Milli terbiye ve çocuklarımızın kahramanlığa sevk ve Türklüğü müdafaa duygularını yükseltmek için bu kıyam ve savaşlara dair eserler yazılmalıdır." tavsiyesinde bulunur. Yine Millî Mücadele günlerine ilişkin birisi kendi gözleriyle gördüğü, diğeri işittiği iki menkıbe naklederek bunların da tarihe yazılmasını, mal olmasını ister: "Bu yollarda giderken mühimmat nakleden kağnılara rast gelirdim. Bir kağnı iki büyük top mermisi nakledebiliyor. Yağmur var. İhtiyar bir köylü, paltosunu çıkarmış, mermileri örtmüş kendisi sırsıklam. Şu mübarek Türk mermiyi canından ziyade düşünüyor. Kastamonu'da bir şey hikäye ettiler. Cephane gelmiş, kağnıları toplamışlar. Bir kadın da sırtında birkaç aylık çocuğu ve kağnısı ile gelmiş. Herkes acımış "Kadın sen köyüne git!" demişler. Kadın ağlamış ve "Bırakın! Bunun babası gâvurun karşısında öldü. Oraya cephane taşıyayın. Bu da, ben de bu uğurda ölelim. " demiş. Gözlerimden yaş geldi. Bu Türk'te bu hamiyet nedir. Millî harekette böyle menkıbeler binlercedir."
Sayfa 143Kitabı okudu
[Arapçaya karşı] Diğer husumetim şudur: Umumî Harbde arabların Türke ve Türklüğe karşı yapdıkları büyük hiyanet ve Türk ferdlerine reva gördükleri zulüm ve hakaretdir. Milletler kendilerine yapılan iyilikleri, hele daha ziyade kötülükleri unutmamalıdırlar. Unutan millet perişan olur. Her hatırladıkça beynimi kemiren bir vak’ayı hikâye edeyim: Kahiredeyim. Harbi Umumî zamanı Gazze cephesinde Türk ordusunda zabit Muhtar adında bir Suriyeli cephede düşman ordusuna kaçmış, casusluk edib düşmana ordumuzun vaziyeti ve esrarı hakkında mühim malûmat vermişdir. Bu adam o vakit bunu bana kendisi söyledi. Yine bir gün bana gelmişdi, «Arabların Türklerden, Türkiyeden ayrılmak istemediklerini» söylemiş, beni hafakan boğar bir hâle koymuşdu. Bunun üzerine aramızda şu muhavere olmuşdur: Ben — Yapdığınız nedir? ve şimdi ne söyleyorsunuz?! O— Biz Türkiyeden ayrılmak ve Türkiyenin batması fikrinde değiliz. Yine bu imparatorluk kalmalı. Yalnız adı Türkiye değil, Arab Sultanlığı olacakdır. (Bu hiç hayalimden geçmemiş olan fazihayı işidir işitmez ve çıldıracak bir hâle gelerek). Ben — Ne hakla?!... 0—Siz esasen arablaşmışsınızdır. (Bu beni şaşkın etdi. Aliklaşmış bir halde ve acele acele); Ben — Neden? . 0 — Neden mi? - Hah... Sizin dininiz arab dini, Allahınız arab Allahı, Peygamberiniz arab, duanız, namazınız arabca, dilinize bakınız, üçte ikisi arabca kelimedir. Elbetde arablaşmışsınızdır. Derhal içime müdhiş bir korku geldi. Büyük bir tehlike altında olduğumuzu bütün varlığım duydu. Bundan ve yukarıdaki izahdan dolayı fransızcayı arabcaya tercih etmeği ehven buluyorum. -Rıza Nur
Eski kelimelerin işe yaramayacağı bahsine gelince; galiba bizde ilk olarak eski kelimelerin müstehase haline geçdiğini, bir daha canlanamıyacağını Ziya Gökalp yazmışdı. Ben bu fikrin tamamiyle boşluğuna kaniim. Bu yalnız zan, kanaat değil; kesici bir delilim de var: İbranî dili kabataslak bir tahminle 2.000 yıldır ölmüş bir dildir. Yeryüzünde bir kaç hahamdan başka bunu bilen kalmamışdı. Halbuki son yirmi yıldır yahudiler Kudüsde bir yahudi yuvası yapdılar ve Telaviv adında bir de modern şehir kurdular. Bugün orada gazeteler, konuşmalar, ticarî muhabereler, tedrisat her şey İbranice'dir. İki bin yıllık ölü dirilmişdir. İbranice iki bin yılda bile müstehase olmamışdır. Hâlâ konuşulan, hiç bir defa bile ölmemiş ve hattâ muvakkat bir soluk tutulmasına bile uğramamış, ilâmaşaallah yaşayan türkce elbette müstehase olamaz. Binaenaleyh eski türkce ve halk kelimeleri paha biçilmez derecede zengin ve kıymetli bir hazinedir. Böyle bir millî mirasımız olduğundan iftihar ederiz. -Rıza Nur
Sayfa 84 - müstehase: fosilKitabı okudu
Reklam
Milliyet asla kültür meselesi değildir. Milliyet ırk, kan meselesidir. Dil, zihniyet, edebiyat ve emsâli gibi kültür unsurları milliyet binasının ikinci derece malzemelerindendir. Milliyetin bünye ve yapısi böyledir. Onun fiziyolojik ve biyolojik selâmet unsurlarının sosyal ifadesi ise ahlak ve faziletdir. Uzvî, bünyevî ve fiziyolojik tereddilere uğrayan; yani bu suretle kanı bozulan, ahlak fesadına, zevke, sefahate düşen milletlerin yeri tarihin ebedî mezarlığıdır. Bu değişmez bir kanundur. Bunun eski ve yeni bir sürü misali vardır. Batmış milletler hep bundan batmıştır. Milliyet sâde kültür meselesi telâkki eden Fransanın da hâli görülmüştür. Şimdi Fransanın o us igesi (akıl sahibi) büyükleri milliyetin bu telakkisinden sefahet ve ahlak fesadına düşdüklerinden bu uçuruma yuvarlandıklarını idrak edib bunu alenen söyleyerek Fransada hakikî milliyeti kurmağa çalışıyorlar. -Rıza Nur
Türk nasyonalizmisinin münhasıran «Türkçülük» kelimesi ile ifadesi lazımdır. Esef onlara ki Türkçülüğü milliyetçilik ile birleştiremezler. Bunları ayrı sayan bir zümre hâlâ içimizde yaşayabiliyor. Bunlar milliyetçiyim derler; fakat bir türlü Türkçüyüm diyemezler. Azlık da olsalar bir varlıkdırlar. Bunlar işte milliyeti kültüre bağlayanlar yâni ırkça, kanca Türk olmayanlardır. Bu Türk camiası içinde Türkçüyüm deyemeyenler ne bedbahtlardır. Bunlar ve âlem bilsin ki Türk milliyetçiliği düstur hâlinde şudur: Milliyet = Türkçülük'dür. -Rıza Nur
Türk Kantiği (Milli İlâhi) İlâhî! Sen yiğit yaratdın Türkü Gözlerinden ateş çakar. Edib milletlerin bürkü Şânını göklere çıkar! Tanrım! Esirge Türkün ilini! Koru soyunu, dilini! Her elden üst et elini! Ününü göklere çıkar! İlâhî! Türke sen çekdirme zahmet! Türkü et dünyaya ziynet Türkün yurdunu eyle cennet Şanını göklere çıkar! -Rıza Nur
Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'nun Durumu
Rıza Nur, Sinop'a gitmeye, gezmeye karar verir. Gider. Gözüne ilk çarpan köylerde ve şehirde kadın ve çocukların çok, erkeklerin az oluşudur. Müthiş bir fakirlik vardır. O günlerin Anadolu'sunu ise şöyle anlatır: "Anadoluda halk bitmiş, perişan. Harbi Umumi erkekleri kırmış, geçirmiş. Trabzon ve Erzurum kaynıyor. Bu taraf ahalisi oraların Ermenilere verileceğinden müthiş bir telåş içinde. Kongreler yapmışlar, yapıyorlar; imdat ümidi ile temasa giriyorlar. İzmir tarafında Demirci Efe dağa çıkmış, fırsat buldukça Yunan müfrezelerini vuruyor, Balıkesir, Uşak, bütün buralar ahalisi birçok Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri yapmışlar; asker, para topluyorlar. Yunan'a karşı müdafaa tertibatı alıyorlar. Adana ahalisi, Ermenilerden canları yanmış, bilhassa İskenderun civarı kahraman Türklerin yardımıyla Fransızlara isyan ettiler. Dağlara çekildiler. Müdafaaya hazırlanıyorlar. Ayıntab (Gaziantep) taraflarında Fransız ile çarpışılıyor, Istanbul'da Ingilizler Türklere fena muamele ediyorlar."
Sayfa 131Kitabı okudu
Meşhur Türk Tarihini yazma hevesi
Fakat düşünüyorum ki, milletin şahıslarının sıhhatine hizmet devede kulak nev'indendir. Asıl bu milletin hastalığı, styasî, harsî ve ilmîdir. Bunlara hizmet etmek asıl hizmettir. Hekimlik maişet, bunlar da amatör ve zevk-i sanatım olsun dedim. Balkan Harbi'ne kadar milletin meydana çıkması aleyhinde idim. Bunun gizli din taşır gibi taşırdım. Balkan Harbi neticesi bu korkumu izale etti. Hem de Rum, Arnavut, Bulgar, Ermeni ve emsalinin yaptıkları şeyler Türklüğümü galeyana getirdi, Bu millete Türklüğünü bildirmek, atalarının şanlı zaferlerini, menkıbelerini öğreterek ona millî benliğini vermek, en mühim ve en evvel olan bir iştir kanaatini hasıl ettim. Bumun için de bir Türk Tarihi yazmalıdır, dedim. Bu yolda tetkikata başladım." Dr. Rıza Nur
Sayfa 120Kitabı okudu
25 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.