Çayından bir yudum daha alırken oturduğu yerde dikleşti. "Anlatacak bir şeyim yok." derken sesinde ağır bir yaşanmışlık vardı. Bence anlatacak çok şeyi vardı. Keskin kahveler sert ve ifadesiz değildi. Aksine en savunmasız şekilde bakıyordu. "Gördüğün kadarım." diye devam etti. "Bildiğin kadarım. Bir adım var, bir işim, bir görevim, bir de..."
"Bir de?"
Bakışlarını kaçırmadı. "Bir de sen işte." dedi en net şekilde.
Cevap veremedim. Yemek yiyemedim. Çayımdan bir yudum bile alamadım. Sadece ona baktım. Tek bir cümlede ise fazlası ile asılı kaldım. Birde sen...
"Başka bir şey yok." diyerek normal bir döngüdeymiş gibi konuşmaya devam etti. Ben bocalamıştım ama o yine netti. "Davranışlarımdan kendini suçlu hissetme. Dediğin gibi. Garip bir adamım ben Ahu. Çok konuşasım yok. Pek yaşayasım yok da yok. Bir konu da haklısın. Kimseyi dinleyesim de yok. Ama sen uzun uzun şu halının desenlerini de anlatsan," Bir omuzunu belli belirsiz kaldırıp indirdi. "Dinlerim..."
-Bülbül Kapanı