Tekrar buluşmayı reddetmekle ne kadar doğru bir karar verdiğimi ertesi gün attığı mesajdan sonra iyice anladım:
"Suşi konusunda eminmisin? Şehirde ki en iyisi. Kesin seversin."
Direkten dönmüşsün Zeynep. ...Adam daha Türkçe yazım kurallarından bihaber. Oradaki ki'yi şehirden niye ayırdın ki? Niye yerinden yurdundan ettin ki? ...
Bunları yazsam konu özünden sapacaktı. Sorunun özünde, ayrı dünyaların insanı olmamız gerçeği yatıyordu. İyi bir insan bile olabilirdi, buna tek buluşmayla karar vermek adil olmazdı. Ancak ömrümü kapalı bir zihin ve bitişik yazılmış bağlaçların sinir bozukluğuyla tüketemezdim.
Sıradan zihin Tao'dur. Dünya bunu bilmediğinden dolayı büyük bir neşe ve mutluluğu, kutsamayı kaçırıyor. Birbirimizi çıldırtıyoruz. Tüm eğitim sistemi bir çeşit nevroz yaratıyor. Nevrozu ileri düzeyde olanlar; çok daha ünlü oluyor. Şu anda devlet başkanı, başbakan gibi çok ünlü ve güçlü insanların hayatlarına bakarsanız nevrozdan başka bir şey bulamazsınız. Endişeden, kederden ve çılgınlıktan başka bir şey yoktur hayatlarında. Bu kavramların içinde kaynıyorlar. Fakat sahte bir yüzle durumu idare ediyorlar-aslında yüz değil bir maske.
Dünyayı reddinin nedenini belirleyebilmiş mi kafasında, yoksa o da kuşağının çocukları gibi sıkıntıdan mı girmiş bu işe? Nedenini biliyor. Sadece çağının çocuklarına değil, kimseye benzemiyor. Nedeni bir tane. Her şeyin, içinde her gün büyüyen sonsuzluğun nedeni bir tane. O da yaşadığı hayata uzaktan bakabilme yeteneği. Kişinin öncelikle kendine
"Erkeğin zihni onun silahıdır ve fiziği onun kurşunudur. Zihin yoksa, -kurşun ne yöne gideceğini bilmez, gideceği yerde de çok bir etki bırakmaz/bırakamaz-. Zihin, erkeğin bileğidir. Zihni(gerçeklik algısı) bükülen, önündekine çok güvenmesin."
Ruh tek bir bütün olarak çalışmaz. Zihnimizin bölümleri birbirinden bağımsız hareket edebilirler. Belki de 'ben' ve benim bedenim zihnimin arkasından iş çeviriyordur. Zihin arka sokakları ve tuzakları sever.
Bunun üzerine, gayet amatör bir şekilde ruhun bir planını çizmeye koyuldum; bu plana göre her birimizin içinde biri eril biri dişil olmak üzere iki güç olacaktı ve erkeğin beyninde, eril güç dişile baskın olacaktı, kadının beyninde ise dişil güç erile... Huzurlu ve normal bir ruh hali, bu ikisi uyum içinde ve ruhsal açıdan işbirliği yaparak yan yana yaşayabildiğinde gerçekleşecekti. Kişi bir erkekse bile, beyninin kadın tarafı etkin olmayı sürdürebilmeliydi; bir kadın da içindeki erkekle ilişkide olabilmeliydi. Üstün zihinli kişilerin çift cinsiyetli olduğunu söylerken, Coleridge belki de bunu anlatmak istiyordu. Bir tek bu füzyon gerçekleştiği takdirde, zihin tam anlamıyla beslenmiş olur ve tüm yeteneklerini devreye sokabilir. Belki de, diye düşündüm, sırf dişil olan bir zihnin yaratıcı olamayacağı gibi, sırf eril olan bir zihnin de yaratıcı olması mümkün değildir.
Beyin dediğimiz şey, gerçekten de son derece gizemli bir organ, diye düşündüm, başımı pencereden içeri çekerken. Ona bu kadar bel bağlamış olmamıza rağmen, onun hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Bedenim belli nedenlerden dolayı gerilimler yaşarken, neden beynimde de birtakım kopmaların olduğunu hissediyor ve birtakım itiraz sesleri duyuyorum, diye sordum kendime. 'Zihnin bütünlüğü' derken ne demek istiyoruz, diye uzun uzun düşündüm, zira zihin denen şey gerçekten de herhangi bir anda ve herhangi bir noktada öylesine büyük bir odaklanma gücüne sahip olabiliyor ki, insan ister istemez onun tek bir varoluş hali olamaz diye düşünüyor.