Okuduğum ilk Fowles romanıydı. Dehşetti. Kesinlikle kitaba başladıktan sonra elinizden bırakamıyorsunuz.
Caliban'ın kitabın en başından itibaren hastalıklı olduğu çok netti. Kendine ait hiçbir şeyi olmayan bir adam. Düşüncesi, fikri, bağları, ailesi, dostlukları, sevgisi, istekleri... Hiçbir tanesi bile kendine ait değil; bazıları toplumun bir kesimine ait olabilme şansını kazanmak adına, bazıları da direkt yok. Bana kalırsa Miranda'yı saplantı haline getirmesindeki sebep dışarıdan gördüğü kelebeğin familyasından aykırı olması. Aykırılığının güzelliği büyüledi. Yürüyüşünün, saçının, tavrının... Nasık kelebeklerin kanatlarına sahip olma ihtiyacı hissettiyse Miranda'ya da sahip olma/elde etme ihtiyacı hissetti. Yaptığı şeyleri yaparken de karakteri sürekli kendini aklama ve suçsuz çıkartma halinde görüyoruz. Yanlışlarını kafasında bulunduğu statünün aşağılığı ile aklıyor ve kendini kendine dahi acındırarak hayatta kalıyor. Aslında statüsünü düşük gördüğü için yaptıklarının aklanmasını bekliyor. En kötü durumdayken bile hala bu aşağılık durumunu kullanarak kendini acındırma halinde. Buna ek olarak sürekli kafam karışıktı/o şekilde gelişmedi gibi anlık anlamamazlıkları da kendini suçsuz gösterme amacıyla kullanıyor.
Caliban'ın Miranda'yı sevdiğini ya da aşık olduğunu düşünmüyorum. Ki bence bu kitabın son kısmında belirtilmişte. Caliban sadece vitrinde güzel duracak kelebekler istiyor. Kanatları, güzellikleri Caliban'ın arşivinde kalsın ve onlara sahip olsun istiyor.
Bu kitap üzerine yazılacak daha çok çok şey çıkar... şu an benim dökebildiklerim bu kadar. Mutlaka okunmalı.