herkes ölünce ardında bir şeyler bırakmalı, derdi dedem. bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev veya duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. veya ekilmiş bir bahçe. elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye; böylece insanlar ektiğin ağaca veya çiçeğe baktığında, sen orada olursun. ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece, derdi. sadece çim biçen adanla bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. çimleri biçen adam hiç orada olmamış gibidir; bahçıvansa bir ömür boyu orada olacak.
ben çocukken dedem ölmüştü; kendisi heykeltıraştı. ayrıca dünyaya verecek bol bol sevgisi olan, çok iyi bir adamdı ve kasabamızın gecekondu mahallesinin temizlenmesine yardım ederdi; bizim için oyuncaklar yapardı ve hayatında milyonlarca şey yaptı; elleriyle bir şeyler yapardı hep. o öldüğünde, aslında onun için değil de yaptığı onca şey için ağladığımı farkettim birden. ağladım, çünkü onları bir daha asla yapmayacaktı; bir daha asla odun parçası yontmayacak, arka bahçede kumru ve güvercin yetiştirmemize yardım etmeyecek, kendi tarzıyla keman çalmayacak ve bize fıkra anlatmayacaktı. o bizim parçamızdı ve öldüğünde bütün eylemleri bıçak gibi kesildi, o işleri tam onun gibi yapacak kimse de yoktu. o bir bireydi. önemli bir adamdı. ölümünün etkisinden hala kurtulamadım. o öldüğü için kim bilir ne muhteşem oymalar asla yapılmadı, diye düşünürüm sık sık. dünyada kim bilir kaç fıkra eksik ve dedemin elleri kim bilir kaç posta güvercinine dokunmadı.