Rendekâr,bizim bildiğimiz adıyla Descartes’in meşhur sözü
“Cogito,ergo sum “ bizdeki karşılığı ile
“Düşünüyorum öyleyse varım” felsefesinin başka bir bakış açısıyla,
“Ben de düşünüyorum,dolayısıyla varım,ama kimim? Galata’da,Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi,yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra,sözgelimi İzmir’de oturan mahzun ve şaşkın adam mı ?
Hangimiz düş hangimiz gerçek ?
Düşünüyorum,o halde ben varım.Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun,kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum.Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor.Ve ben,onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum.Çünkü o,benim düşüm.Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum.Öyleyse,gerçek olan biri beni düşlüyor.O gerçek,ben ise bir düş oluyorum.”
Bir meddahın anlatımına şahit olurcasına okuduğum bir kitap oldu “Puslu Kıtalar Atlası”.
Bir hikâye içerisinden başka bir hikâyeye,bir düşten başka bir düşe konuk olduğum,bir babanın zihninde düş olarak tasarladığı oğluna,kendisinin yaşamak isteyip yaşayamadıklarını yaşattığı tüm o bulunmak istediği maceralara konuk ettiği,sıkıntıya düştüğünde yol göstermesi için ilmek ilmek işlediği atlasını teslim ettiği,zaman zaman kulağına fısıldadığı gerçeklerle öğretmek istediği her şeyi aktardığı bir öyküydü.
Yazarın kalemi ile tanışma kitabım olan bu eser içerisinde hem tarihi hem de bilimi barındıran okurken hangisinin gerçek hangisinin düş olduğunu kimi zaman ayırt edemediğiniz sürükleyici bir o kadar da anlaması güç bir kitaptı.