Kimse kimseyi anlamıyor, herkes telaş içinde koşturuyordu. Herkes gerçeği kendisini bildiğini düşünüyor, karşısındakilerin bunu anlamıyor olmasından acı çekiyor, göğsünü yumrukluyor, ağlıyor, kıvranıyor, ellerini ovuşturuyordu. Kimi yargılayacaklarını, nasıl yargılayacaklarını bilmiyorlar; neyin iyi, neyin kötü olduğunda anlaşamıyorlardı. Kim suçlanacak, kim aklanacak, kimsenin bildiği yoktu. İnsanlar anlamsız bir hınç ve öfkeyle birbirlerini öldürüyorlardı.
Hiçbir şey düşünmüyor, düşünmek de istemiyordu, ama kafasını içinde bir takım hayaller, başsız ve sonsuz bir takım düşünce kırıntıları parlayıp sönüyordu. Sanki yarı uykuda gibiydi.
Halkımızda adalet sistemimiz üzerine yerleşmiş bir inancın sonucu bu! Yalnızca " yargılanma" sözü bile kimileri için başlı başına ürkütücü bir kavram. Bu işin suçlusu kim?