Anlamak zor, dedi Lloyd.
Neyi? dedi Masson.
Bu kadar nefreti.
Masson içini çekti.
Öyle mi?
Bu ülke için yaptığımız onca şeyden sonra? dedi Lloyd.
Bu ülkeye yaptığınız onca şeyden sonra.
O uzun zaman önceydi.
Öyle miydi?
Evet.
Bitmemiş bir iş Lloyd. Var olmaması gereken bir sınır.
Ve bu yarım bilgi, bu yarım tecrübe, dedi, cehaletten daha tehlikelidir. Her şeyi bildiğini sanan yarım eğitimliler Madame Mosson. Ama aslında hiçbir şey bilmezler ve daha azını anlarlar.
gercek şu ki öğetmek işin en iyi kısmıydı, gerçek şu ki yönetim ve e-postalar ve kayıtlar ve kurullar ve toplantılar ve tüm o güya meslek sevgisi nedeniyle katlanmanız gereken ama aslında sadece işte kalabilmek için yapmaya mecbur olduğunuz ücretsiz fazla mesai isteyen işlerin yanında tatlı bir esinti gibiydi öğretmek
gerçek şu ki öğretmenlikte hiç de iyi değildim, gerçek şu ki işe bir türlü alışamadım, asla rahatlayamadım, gerçek şu ki her dersten önce sahne korkum olurdu, *Onlarda bende olmayan ne var? Cesaret* ve kendimi hep sahtekâr gibi hissederdim
Ve sesten sonra sessizlik. Sesin yokluğu değil, sessizlik. Bir eksiklik ya da inkâr değil, pozitif bir form olan ve sadece birkaç saniye önce elastik ve çevikken birden katılaşan bir sessizlik, boğazdaki metalik tat, susuzluk.
Şöyle yazar Engels:"Kadın ancak büyük bir toplumsal ölçekte üretime katıldığında ve artık ev işleri bakımından ona sadece önemsiz bir oranda gerek kaldığında özgürleşebilir. Bu ise ancak; kadının emeğini büyük ölçekte kabul etmekle kalmayıp onu biçimsel olarak gerekli kılan modern büyük sanayide olanaklı mümkün hale gelmiştir."